Kayıtlar

Ekim, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

ifade hürriyetinin sınırları

Sesi gür çıkan ve tesir kabiliyeti nispeten yüksek bir kesime göre Türkiye hızla otoriterleşiyor ve bir AKP (aslında Erdoğan) diktatöryasına doğru yol alıyor. Aynı kesim, yaşanan birtakım olumsuz gelişmeleri kendi tezlerinin teyidi olarak görüyor ve genelleştirerek sunuyorlar. Son yıllarda iyice serpilen ve büyük ölçüde Ak Parti’nin (aslında Erdoğan’ın) müteeyyidi olarak mevzilenen diğer kesime göre ise işler yolunda. Bir kötülük ya da noksanlık varsa bile, dünden (2002 öncesinden) daha fazla değil ve içinde bulunduğumuz ‘kritik’ süreç öyle gerektiriyor. Hak ihlâllerine yönelik bu savunma biçimi size de bir yerlerden, mesela inkılap tarihi derslerinden tanıdık gelmiyor mu? Cumhuriyetin ilk yıllarını bu tür ihlâlleri mazur, kaçınılmaz, hatta haklı gösterecek kadar ‘kritik’ bir dönem olarak gösterenler, aynı argümanın gün gelip kendilerine karşı kullanılabileceğini hesaba katmadıklarına göre, belli ki hep iktidarda kalacağız sandılar. Fakat yanıldılar. Türkiye değişiyor. İyi ki

darbeden tecavüze bir yol var

İnsanlar gibi toplumların da hayatında kırılma noktaları var. Bir noktadan sonra artık hiçbirşey eskisi gibi olmuyor. 15 Temmuz, böyle bir tarih. Bütün saflaşmaların, zıtlaşmaların, kadim dostlukların, sonradan kurulma ittifakların, düşmanlıkların, doğru bildiklerimizin, yanlış sandıklarımızın, kararsız kaldıklarımızın, vaktiyle bir anlam veremediklerimizin, kısaca eskiye ait ne varsa gözden geçirilmesi ve icabında tashihi gereken bir dönüm noktası. 15 Temmuzun çoğu zaman gözden kaçan bir boyutu ise gerek profesyonel siyasetçilerin, gerekse sokaktaki adamın lisanında meydana getirmekte olduğu değişim. Bu değişim zamanla siyasî kültüre nüfuz ederek bizi daha ‘sivil’ bir dil kullanmaya zorlayacak. Steinbeck’in Bitmeyen Kavga isimli romanındaki Mac karakterinin (grev yapan işçilerin lideri) sözleri, bu değişimi anlamakta kılavuzluk edebilir: Fedakârlık ne kadar geniş kitlelere mal edilirse, ortaya çıkan sonuç o kadar sahiplenilir. Diğer darbelerden farklı olarak, meşruiyete ve a

atıştırma kültürü ve izmir

Resim
izmir, hazır yiyecekleri ve ayaküstü tüketmeyi seven bir şehir. üstelik bunu zaman darlığından değil, basbayağı severek yapıyorlar. evde mis gibi kahvaltı yapmak dururken, yakındaki fırından gevrek yada boyoz getirten ev hanımlarının hâli başka ne ile açıklanabilir ki? size bahsedeceğim ilk iki atıştırmalığı öğrenmiş oldunuz böylece: gevrek ve boyoz. gevrek kelimesinin izmire yerleşen balkan göçmenlerinden alındığını, boyozun ise sefarad yahudileri ile geldiğini duymuştum. tarihi itibariyle izmir çok-kültürlü ve göçmen dostu bir şehirken, niye ve nasıl bu kadar ulusalcı oldu? bu da ayrı bir yazının konusu... gevrekle simit aynı şey midir tartışmasını bir yana bırakıyorum. velev ki birbirine çok benzeyen fakat farklı şeyler olsunlar. izmirliler simite gevrek der, üstelik bununla da övünürler. ikisi farklı şeyse, boşuna övünüyorlar demektir. dolayısıyla her aklı başında izmirlinin “gevrek, simitten farklı bir yiyecek olup sadece izmirde üretilir” yada “simite, sadece izmirliler ge