Kayıtlar

2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

beklemek

dün bütün hayatımın en önemli dönemeçlerinden birini geçtim belki de. bir söz aldım ve bir söz verdim. verdiğim sözü tutabilecek miyim, bilmiyorum. tutmam işe yarayacak mı, onu da bilmiyorum. tutarsam ve işe yararsa, hissediyorum, bütün hayatım değişecek. istediğim yönde hem de… kendime güveniyorum. bir otobüs durağında bekliyorum. beni neyin beklediğini bilmeden, ama ne beklediğimi ve ne istediğimi bilerek bekliyorum. günlerden 5 temmuz ve bir otobüs durağındayım. 30A otobüslerinden birinin hemen gelmesini ve mümkünse boş olmasını bekliyorum.

oruç ve modernite

her ramazan öncesi acaba bu yıl oruç tutabilecek miyim diye bir korku kaplar içimi. ramazanın yaz ortalarına doğru kayıyor olması, son yıllarda bu korkuyu iyice depreştirdi. günler zaten uzun, ya havalar da sıcak geçerse?.. çok şükür, korktuğum olmadı ve havalar rahatça oruç tutmamıza müsaade etti. ayın (ramazanın) sonuna doğru bastıran sıcaklar ise tahammül edilemeyecek mertebede değildi. geriye dönüp baktığımda, ramazanda menfi anlamda beni en çok etkileyenin açlık, susuzluk yada sıcaklar değil uykusuzluk olduğunu söyleyebilirim. daha doğru ifadeyle, uyku düzenimin bozulması, inkıtaya uğraması. sanayi devrimi ve sonrasında yaşanan gelişmelerle adım adım kurulan ve adına modernite dediğimiz yaşam biçiminin damıttığı dinî duygular, belli gün ve saatlerde (meselâ pazar günü kilise âyinlerinde) açığa çıkmak üzere kalplere hapsedilmiş. diğer dinî vecibeler ise, profesyonel olarak bu işle uğraşan kadrolara ( din adamlarına ) terk ve teslim edilmiş. sanayi uygarlığının gerekleri

güvenmek

yerini kimsenin bilmediği, patlamaya hazır saatli bir bomba olsa bu civarda. ve bunu sadece sen biliyor olsan. patlama ânı, çok az kişiye haber verebileceğin kadar yakın olsa üstelik… haber vereceğin ilk kişi muhtemelen ben olmam. belki ikincisi, üçüncüsü de… fakat bana öyle geliyor ki, haber verdiğin için kurtulacaklar arasında mutlaka ben de yer alırım. bir köşede ölmeme müsaade etmezsin benim. işte bu kadar güveniyorum sana. senin de bana güvenmeni istiyorum.

sabah duası

bugünümüzü dünümüzden, yarınımızı bugünümüzden hayreyle. afvınla, mağfiretinle, ecrinle ve inayetinle bugün de kuşat bizi. dün vermediklerini bugün, bugün vermediklerini yarın nasip et bize. hakkımızda hayırlı olmayandan ümit ve hevesimizi kes. hayırlı olanlar için azim ve şevkimizi artır ve bize yardım et. vermediklerini alamaz, verdiklerine karşı koyamayız. gücümüzün yetmediğine maruz kalmaktan da, gücümüzün yettiğine ulaşamamaktan da sana sığınırız. irticalen eklediğim (çoğu zaman da eklemediğim) bir yada birkaç cümleyi saymazsak, her sabah evden çıkarken okumayı âdet haline getirdiğim bir dua. mirac kandiliniz kutlu olsun.

ilahi aşk

iki şehrin hikâyesi'ndeki (dickens) carton, gönül hanım'daki (müftüoğlu) kont bela yada deli yürek'teki (tv dizisi) ayşegül… galiba gerçek aşk onlarınki gibi. ama hiçbirinin sonunda mutluluk yok. birincisinde carton kızı daha çok seviyor, ama kız darney'e gidiyor, ikincisinde ahmet'e. üçüncüsünde ise yusuf zeynep`in oluyor. üstelik ilk iki örnekte, delicesine sevdikleri kızı elleriyle başkasına teslim ediyorlar. çünkü kız, orada, onlarla daha mutlu olacak. aşkın içinde bencillik yoksa, ilahi bir hüviyet kazanıyor sanki. huzur buluyor ama mutlu olamıyorsun. başkalarının mutluluğu insanı nereye kadar mutlu edebilir ki?..

ziftli asfalt ne ise

ziftli asfaltın üstüne dökülmüş çakıl taşlarının üstünden durmaksızın (“sürekli”) akan bir trafik (“yoğunluk”) düşünün. bu 'sürekliliği sağlanmış yoğunluk' sayesinde, çakıl taşları zaman içinde hem birbirine, hem de zifte iyice yapışır. neticede pürüzsüz bir zemin ortaya çıkar. benim her yönüyle ve hakiki mânâda bir kurumsallaşmadan anladığım, ancak zaman içinde tecrübe edile edile ortaya çıkabilecek böylesine pürüzsüz bir zemin. ferdî açıdan alışkanlıklara, makro düzeyde ise geleneklere, her geçen gün daha fazla saygı duymamın ve önemsememin bir sebebi bu ise, diğer sebep Hayek’ten yaptığım okumalar hiç şüphesiz.

sessizlik onay değil

îmadan kaçınan, söylemek istediklerini doğrudan, fakat usturupluca ifade etmenin doğru olduğuna inanan biriyimdir. en azından öyle olduğumu sanıyor, öyle olmaya çalışıyorum. fakat, nasıl desem, biraz tuhaf biriyimdir de… sesimin yada sessizliğimin ne şekilde algılanacağı kaygısını hayatımın hiçbir döneminde taşımadım meselâ. ne şekilde algılandığına da aldırmadım. buna rağmen bildim ki, sessizlik çoğu zaman onay ve kabulleniş şeklinde algılanmakta. lâkin onaylamadığım, kabul etmediğim konularda sessiz da kaldığım oldu. bu durumu, sessizliğe değil de, sesime verdiğim değer ile açıklamak mümkün sanırım. çünkü ben, şahsımla ilgili -fikirlerimi kastetmiyorum- yanlış anlama yahut kanaatlerin çok azını düzeltme gereği duydum. hayatı bir muharebe gibi görmediğimden, çok fazla müdafaa hattı kurmaya lüzum görmedim demek de mümkün belki, bilemiyorum. fakat şu kadarını iyi biliyorum ki, düzeltmeye çalıştıklarımın ortak noktası sözkonusu yanlış anlamanın, varsa, karşı tarafı üzme ih

saniyelik aşklar

yazın sıcak havalarda bir karış açık bırakılan bir cam vardı çok da uzak olmayan bir zamanda. o camın arkasında bir masa. masanın üstünde de bir bilgisayar… kız, bazen masanın başına geçip bilgisayarla çalışırdı. işte böyle zamanlarda, açık kalan pencerenin arasından kızın yüzünü görmek de mümkün olurdu. pencerenin göründüğü koridordan hızımı biraz yavaşlaratak geçerken, önce pencerenin açık olmasını, sonra da kızın bilgisayar başında çalışıyor olmasını dilerdim. bu dileğim, bazen gerçekleşirdi de. ve ben o birkaç saniye boyunca doya doya seyrederdim onu.

alışkanlıklarımız

İnsanoğlunun var oluş nedeniyle var oluş biçimi arasındaki iflah olmaz çelişkiyi ifade eden tiryakilik, bedenin ve ruhun ihtiyaçlarına aykırı biçimde gelişir. Bir süredir üzerinde durduğum alışkanlıklar ise, bedenin ve ruhun ihtiyaçlarıyla çelişmez, bilâkis onları tamamlar. Çoğu zaman gözden kaçsa da, alışkanlıkları sürdürmek, tiryakilikleri ise bırakmak için çaba sarf etmememiz gerekir. Alışkanlıklar, refakatinden memnun kaldığımız müddetçe birlikte yürüdüğümüz yol arkadaşlarıdır bir bakıma. Yol arkadaşını seçebilmek, insana ne müthiş bir emniyet hissi verir, düşündünüz mü? Hele uzun bir yola çıkıyorsanız… Aşık Veysel`in tarifiyle, ilerlemekte olduğumuz ‘uzun ince yol’da, aile efradını saymazsak etrafımızda görmekten en çok hoşlandığımız kişilerin hemen hepsinin, bizimle aynı yada benzer ilgi alanlarına sahip insanlar olduğunu bilmem fark ettiniz mi? Gün gelip terk-i diyar etmemiz gerekse, kuracağımız yeni hayatta temas imkânları arayacağımız ilk insanlar muhtemelen bize en

alışkanlık yaratmak

Bu yazıda, 2006 yılının ilk aylarına tekabül eden soğuk bir kış akşamında aldığım bir gazetenin ilavesi olarak cüz’i bir fiyata dağıtılan bir kitaptan bahsetmek istiyorum sizlere. George S. Clason’un “Babil’in Kervan Taciri” adlı kitabından… Hikâye bu ya; hayata aynı kulvardan atılan üç arkadaştan ikisinin hâli ortada iken, zaman üçüncünün lehine işlemiş ve onu Babil’in en zengin adamı hâline getirmiş. ‘Biz neden başaramadık, o nasıl başardı’ diye tartıştıklarına göre, başarının tek ölçüsünün para olduğu yanılgısı, demek o devirde hâkimmiş. İki arkadaş dayanamayıp “zengin olmayı nasıl başardın” diye sormaya karar veriyorlar. Bunun üzerine kervan tâciri, anlatmaya başlıyor. Kitabın konusunu da bu hâtıralar oluşturuyor zaten. “Delikanlılık çağında karşılaştığım bir bilgeden aldığım öğüdü tutmaya karar verdiğim gün hayatım değişmeye başladı” diyerek sözlerine başlıyor kervan tâciri. Bana, içi çakıl taşlarıyla dolu bir heybe veren bilge, nehrin iki yakasını birleştiren köprüyü

kitap hediye ederken

Bazen birşey anlatmak için, evvela başka birşey anlatmak gerekiyor. Bir zincirin halkaları gibi düşünün. Halkalar arasında fâsıla bırakmamak asl’olsa da, hesapta olmayan gelişmeler yüzünden planınız değişebiliyor. Öyle ki bazen yazdıklarınızı bilgisayara geçirme fırsatı bulamayabiliyorsunuz. Tıpkı bu yazı gibi… Bu girizgâhtan sonra, kişisel gelişim kitapları yerine neden hayat hikâyeleri okumayı tercih ettiğimi anlattığım yazıya birkaç ek yapabilirim sanıyorum. O yazıda bahsettiğim nedenlerle, çok az kişisel gelişim kitabı okudum. Okuduklarımın çoğuna para vermedim. Para verdiklerimin çoğunu ise, bu tür kitaplara meraklı birilerine hediye etmek için almışımdır. Okumadığı bir kitabı hediye etmeme itiyadında biri olarak, hediye etmek üzere aldığım kitaplara para ödememiş sayıyorum kendimi. Zira hediye etmeden önce ben de okuyorum. Methini duyduğum yada çoktandır okumak istediğim kitaplar sözkonusu olduğunda bu yöntem özelikle işe yarıyor. Yeter ki sadece sizin değil, muhatab