Kayıtlar

2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

kişisel gelişim kitapları, hatıra ve biyografiler

Okuma macerası Yaman İzci serisi ile başlayıp, masallar ve foto romanlarla devam eden, Jules Verne, Ömer Seyfeddin, Kemalettin Tuğcu ve Gülten Dayıoğlu’nun kitaplarından önce Zagor, Tommiks, Teksas, Mister No, Flash Gordon gibi çizgi roman kahramanlarını okumuş birinin, kitabın herhangi bir türüne karşı olması mümkün mü? Okuma hevesi, heyecanı ve alışkanlığının hangi virüsle vücudumuza bulaştığının önemi yok aslında. Mühim olan bu alışkanlığı kazanmak. Bir defa bu alışkanlığı kazandıktan sonra, yanında kitap taşıyanlara ve ilginizi çekmeyen kitaplara bile sempatiyle bakmaya başlıyorsunuz. Öyle ki, okuyucusuna vadettiği katkının abartıldığını ve çoğu kez işe yaramadığını düşündüğüm kişisel gelişim kitaplarının gördüğü rağbet bile beni sevindiriyor. Bildiğiniz üzere, kişisel gelişim kitaplarında bol bol nasihat edilir, hayata, insanlara ve parlak bir geleceğe dair tavsiyelerde bulunulur. Mutluluğun sırları, kadın-erkek ilişkileri, eş seçme ve çocuk yetiştirme stratejileri, zorlukl

Sikkeden banknota döviz kurları

Siyasetin, ekonominin ve sosyal hayatın en sıkıntısız dönemidir yaz ayları. Meclisin tatile girmesiyle siyasî gerilim düşer, okullar kapanınca masraflar azalır, trafik bile rahatlar. Trafikten çekilen öğrenci servisleri ve soluğu sayfiye yerlerinde alan yazlıkçılar kadar, izinlerini memlekette yahut bir tatil beldesinde geçirmek için şehirden uzaklaşanların da payı vardır bu rahatlamada. Buna mukabil, bu dönemde yerli ve yabancı turist akınına uğrayan tatil beldeleri en civcivli günlerini yaşar. Sadece yabancı turistler değil, gurbetçiler de yurda giriş yapmak için yaz aylarını tercih ederler. Her iki kaynaktan gelen dövizin birleşmesiyle bu aylarda adeta bir döviz bolluğu yaşanır. Öyle ki bir döviz krizi yaşanacaksa, yaz aylarına tesadüf etme ihtimâli ya yoktur yahut çok azdır. Bilâkis, bu aylarda istikrar kazanan döviz kurunun olumlu etkileri elektrik, doğalgaz ve akaryakıt gibi ithalata dayalı temel girdi fiyatları üzerinden bütün ekonomiye yayılır. Mevsim ilerleyip sebze ve

Ana (Pearl S.Buck)

Roman - Yazan: Pearl S. Buck Çin’in, herkesin birbiriyle akraba olduğu küçük bir köyünde bir ‘ana’nın başından geçenleri anlatıyor bu roman… Hayatın, birgün önce nasıl yaşanmışsa birgün sonra da öyle yaşandığı, hareket ve farklılık namına içinde hiçbirşey barındırmayan küçük bir köy… Bütün hayatı böyle bir köyde geçen bir kadının “evin gelini ve çocuklarının anası” olmaktan “evin kaynanası ve babaannesi" olmaya doğru seyreden hikâyesi… Birgün evden çıkan, bir daha da dönmeyen bir koca. İyice yaşlanmış kaynanası ve üç küçük çocuğu ile yaşam mücadelesi veren genç bir kadın ve onun acı dolu zor yılları. Saflıkla zekâyı, çalışkanlıkla kanaati, analıkla dişiliği aynı ölçülerde taşıyan; dürüstlüğüne dürüst, fakat yalan söylemesini de becerebilen bir şahsiyet. İyi bir ana, iyi bir gelin… İlerleyen yıllarda ise aksi bir kaynana… İyi, dürüst ve namuslu bir insan; fakat asla ahlak âbidesi değil. Herkes gibi ve de herkes kadar zaaf sahibi. Kısacası bu romanda kutsanmadan takdi

plütonda

vakit öğle veya öğleye yakın olmalı ki güneş tepemizde. bulutsuz bir gökyüzünde ve en tepede parlarken dahi terletmediğine göre. mevsim de bahar. nerede olduğuma dair en ufak bir fikrim yok. basmamaya dikkat ettiğim çiçekler ve kahverengi gövdeleriyle çok uzaklarda bir yerde arz-ı endam eden birkaç ağaç da olmasa, ucu bucağı görünmeyen çayırlarla kaplı bir yer burası. arazi o kadar engebesiz ve tekdüze ki, ne kadar yürürse yürüsün hiç ilerlemediğini düşünüyor insan. ne nerede olduğumu biliyordum, ne de yol gösterecek biri vardı etrafımda. bu uçsuz bucaksız ve ıssız cennette, çaresizlik içinde, tek başına ve şaşkındım. kâh yürüyüp kâh koşarak ne kadar ilerledim bilmiyorum, geniş yaylar çizerek düzlüğü yaran bir dere kenarında buldum kendimi. suyu pırıl pırıl, tabanı parlak ve yassı taşlarla kaplıydı. derinliği ise bir karışı geçmiyordu. elimi suya daldırdım ve o yassı, beyaz, parlak taşlardan birini çıkardım. üzerinde yanıp sönen kırmızı ışık kürecikleri vardı. zerre büyüklüğ

OHAL kararnameleri ve kamudan ihraçlar: Genel bakış

15 Temmuz darbe girişiminin ardından uygulamaya koyulan OHAL yönetiminin alâmet-i farikalarından biri de, kanun hükmünde kararnameler (KHK’lar) oldu. Bu kapsamda çıkarılan OHAL kararnamelerini birkaç kategoride inceleyebiliriz. 1) İlk kategoride, hem darbe teşebbüsünde bulunulmasında hem bu teşebbüsün bastırılmasında kritik öneme sahip kurumların yapısını düzenleyen ve silahlı bürokrasinin siyasî denetimini güçlendiren kararnameler yer alıyor. Vesayet sisteminin devamını isteyenler dışında genel bir itirazla karşılaşmayan bu düzenlemeleri prensip olarak ben de destekliyorum. Lâkin OYAK’ın (iştirakçilerinin mülkiyet hakkı ihmal edilmeden) hâlâ tasfiye edilmemiş olması, askerî tedrisatın sivilin (politikacının) üstünlüğünü esas alan bir anlayışla gözden geçirilmemiş olması ve EDOK (Eğitim ve Doktrin) Komutanlığı’nın varlığını koruması, ordunun -27 Nisan’da olduğu gibi- müstakilen basın açıklaması yapabilmesinin önünü kesecek adımların atılmamış (meselâ Başbakanlık veya yeni sitemd

tartışma kültürü ve geleneği

Öğrencilik yıllarımda okuduğum bir kitapta bozkırın ortasında (sıfırdan) bir orman kurmaya çalışmak pek akıl kârı değil yazıyordu. Belli bir alanda çok sayıda ağacın bulunması, o bölgeyi orman yapmıyordu zira. Orman dediğimiz şey sulanmaya, budanmaya, seyreltilmeye, ilaçlanmaya, kısaca bakıma ve desteğe ihtiyaç duymadan varlığını devam ettirebilen bir yapıydı. Çok sayıda fidanı toprakla buluşturup bir sürü zahmet ve külfetle bakımını yapsanız bile, meydana getireceğiniz ‘ağaçlar topluluğu’nun kendi ekosistemini yaratarak bir ‘orman’a dönüşmesi onyıllar alıyor, bazen onyıllarca sonra bile mümkün olmuyordu bu. Velhâsıl, çıplak bir bölgede orman yatırımı yapmak yerine, mevcut ormanları genişletmeye çalışmak her bakımdan (para, emek, zaman) daha ucuz ve sonuç alıcı bir politikaydı. */* Belli bir bölgedeki çok sayıda ağacın su, toprak, rutubet ve diğer canlılar ile etkileşerek zaman içinde kendi ekosistemini oluşturması gibi, bir memleketteki ifade hürriyeti de zamanla kendi havza

anayasa değişiklikleri ve olağanüstü hal

Anayasada 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan değişiklikleri için külliyen iyi veya külliyen kötü demek mümkün değildi bana göre. Değişikliklerden bir kısmını eksik ve yetersiz, bir kısmını ise yerinde ve tatminkâr buldum. Yerinde bulduğum değişikliklerin başında, sıkıyönetimin ve askeri yargının (disiplin mahkemeleri hariç olmak üzere) ilgası geliyor. Sıkıyönetim Vesayet düzeni hâkimken, hükümetin zaten az-buçuk sahip olduğu yönetme hakkını büsbütün askerlere devrettiği bir rejimin adıydı sıkıyönetim. Genelkurmay Başkanının tayin edeceği bir sıkıyönetim komutanı, sadece kendini atayan iradeye (Genelkurmay Başkanına) hesap verecek şekilde hareket ediyor, bütün hak ve özgürlükleri askıya alabiliyordu . Sıkıyönetim en son Diyarbekir, Hakkari, Mardin ve Siirt illerinde uygulandıktan sonra 19 Temmuz 1987’de kaldırıldı. Anayasadaki ve mevzuattaki yerini (yani günün birinde uygulanma ihtimâlini) ise 16 Nisan halkoylamasına kadar korudu. Olağanüstü Hal (OHAL) Sıkıyönetim kadar ağır

Geçmişten bugüne: bir HDP eleştirisi

HDP’nin Meclis’e girmesini önemsediğimi belirterek bitirmiştim geçen yazıyı. Yüksek oy oranına ulaşmış bir partinin parlamento dışı kalması hakkaniyete sığmadığı için değil sadece, ekseriyeti Kürtlerden müteşekkil geniş bir seçmen kitlesi HDP’nin Meclis’te temsiline simgesel bir önem atfettiği, psikolojik bir rahatlama yarattığı için de önemsiyorum bunu. Bahsettiğim kesimler, bu partinin Meclise girmesini adeta siyasî rüştlerini ispatı, hatta gövde gösterisi olarak görüyor. Lâkin baraj engelini aşıp Meclis’e girse bile, sırtındaki bagaj (terör) nedeniyle HDP siyaseten etkin bir figür olamıyor. Kabaca 2009-2015 olarak tarihleyebileceğimiz ‘ çözüm süreci ’nde böyle miydi ya?.. Muhafazakârlar ile Kürtler gündemi birlikte belirliyor, önemli pekçok demokratik açılıma birlikte imza atıyorlardı. Bu iş ve anlayış birliğinin devam ettiği altı yılın son iki yılı, neredeyse tam bir çatışmasızlık hâlinde geçmişti. Artık analar ağlamayacak, o güne kadar silaha, kurşuna ve mermiye akıtılan pa

Seçimler: Kim, kime oy verdi?

24 Haziran için sık sık ‘ilklerin seçimi’ tâbiri kullanıldı. Doğruydu da: Yeni sistemin ilk cumhurbaşkanı, 600 üyeli ilk meclis, cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin birlikte yapılması, partiler arası ittifaka izin verilmesi, sandıkların güvenlik gerekçesiyle taşınabilecek olması, hasta, yaşlı ve engelliler için gezici sandık uygulaması ve saire. Bunların içinde beni en çok ‘ittifaklar’ ve ‘seçmenler üzerindeki etkileri’ ilgilendirdi. Öyle ki, aynı ittifak içinde yer alan partilerden sadece birinin (veya ayrı ayrı alacakları oy oranları toplamının) %10’u geçmesi hâlinde, ittifaka dâhil bütün partiler barajı geçmiş sayılacağından, küçük partilerin daha fazla oy alması beklenebilirdi. Sözgelimi, oyu %1-2 bandında salınan Saadet Partisi’nin… Partisinin baraja takılacağı endişesiyle önceki seçimlerde Ak Parti’ye yönelen Saadet seçmeni, gönül rahatlığıyla kendi partisine oy verebilirdi artık. Şu veya bu sebeple Ak Parti’den soğumakla birlikte, sol bir partiye oy vermek istemeyen

Oy kullanmak: Hak mı, görev mi, vebal mi?

2002’den sonraki bütün genel seçimlerde muhalefetin sıkça kullandığı bir argüman var: Erdoğan bir diktatör ve bu Türkiye’nin gördüğü son özgür seçim olacak... Bu seçim, bir dikta rejimine geçmeden önceki son şansımız. Bu yüzden sandığa gidin ve sahip çıkın! İktidar kanadı ise “o” günlere dönme ihtimâliyle korkutuyor seçmeni: Bir iktidar değişikliği hâlinde, siyasal istikrarsızlığın tavan yaptığı, peşpeşe ekonomik krizlerin yaşandığı 2002 öncesi döneme dönülmekle kalmayacak, muhafazakâr/dindar kesimlerin kazanımları da hebâ olacak. Bu yüzden sandık başına gitmeli ve iktidarını tahkim etmelisin! Gerek iktidar kanadının gerekse muhalefetin, seçmenleri harekete geçirmek ve kendi lehlerine oy kullanmalarını sağlamak üzere geliştirdikleri bir dizi argümandan sadece birkaçını sıraladım. Argümanlarını güçlendirmek için ilâve tahkimat da yapıyorlar: Oy kullanmak vatandaşlık görevidir. Kullanmamanın cezası var.   Ülkenin ve çocuklarının kaderi senin ellerinde. Çok geç olmadan!... Geleceği