anayasa değişiklikleri ve olağanüstü hal
Anayasada
16 Nisan 2017 tarihinde yapılan değişiklikleri için külliyen iyi veya külliyen
kötü demek mümkün değildi bana göre. Değişikliklerden bir kısmını eksik ve
yetersiz, bir kısmını ise yerinde ve tatminkâr buldum.
Yerinde
bulduğum değişikliklerin başında, sıkıyönetimin ve askeri yargının (disiplin
mahkemeleri hariç olmak üzere) ilgası geliyor.
Sıkıyönetim
Vesayet
düzeni hâkimken, hükümetin zaten az-buçuk sahip olduğu yönetme hakkını büsbütün
askerlere devrettiği bir rejimin adıydı sıkıyönetim. Genelkurmay Başkanının
tayin edeceği bir sıkıyönetim komutanı, sadece kendini atayan iradeye
(Genelkurmay Başkanına) hesap verecek şekilde hareket ediyor, bütün hak ve
özgürlükleri askıya
alabiliyordu.
Sıkıyönetim
en son Diyarbekir, Hakkari, Mardin ve Siirt illerinde uygulandıktan sonra 19
Temmuz 1987’de kaldırıldı. Anayasadaki ve mevzuattaki yerini (yani günün
birinde uygulanma ihtimâlini) ise 16 Nisan halkoylamasına kadar korudu.
Olağanüstü
Hal (OHAL)
Sıkıyönetim
kadar ağır olmamakla birlikte sivil hak ve özgürlükler üzerinde baskı kuran bir
başka yönetim şekli de olağanüstü hal. Tek farkla ki, olağanüstü hâlin verdiği yetkiler,
askerler yerine hükümet ve/veya onun atadığı mülkî idare âmirleri tarafından
deruhte ediliyor.
Mamafih,
ağır-aksak da olsa işleyen bir demokrasi iseniz, hem olağanüstü hal dönemindeki
yanlış uygulamalar nedeniyle siyaseten sorumlu tutabileceğiniz bir merci
(hükümet), hem de bu merciden günün birinde hesap sorma ihtimâliniz daima var. Esasen
seçimler, bu hesabın demokratik yollarla ve usullerle sorulduğu mekanizmalar.
Bürokratlar -hele silahlı bürokratlarla- söz konusu iken, hesap sorma
mekanizmaları siyasetçilere nazaran pek bir sönük kalıyor.
Sıkıyönetimin
kaldırılmasından (19 Temmuz 1987’den) sonra geçilen olağanüstü hal (OHAL)
yönetimi kademe kademe daraltılarak en son sadece Diyarbekir ve Şırnak’ta uygulandı.
30 Kasım 2002’de ise tamamen kaldırıldı.
30
Kasım 2002 ile 22 Temmuz 2016 arasındaki ondört yıl boyunca sıkıyönetimsiz,
OHAL’siz bir yönetim vardı Türkiye’de. Ta ki 2016 yılının 15 Temmuzunu 16’sına
bağlayan gecede vuku bulan hain darbe teşebbüsüne kadar.
15
Temmuz ve OHAL
OHAL
makbul bir rejim değildir, lâkin meşru bir rejimdir.
İkiyüz
elliye yakın vatandaşımızın şehit olduğu, ikibin ikiyüze yakınının yaralandığı,
parlamentonun ve emniyet binalarının bombalandığı, cumhurbaşkanının hayatına
kastedildiği, köprülerin tutulduğu, tankların ve darbeci askerlerin sokaklara
indiği bir gecede OHAL ilan edilmeyecekti de, ne zaman edilecekti? (Uygulamaya
ilişkin eleştirilerimi saklı tutuyorum)
Lâkin
bilindiği yahut hatırlanacağı üzere, 15 Temmuz gecesi veya 16 Temmuz sabahı
değil, 22 Temmuz 2016’da OHAL ilan edildi; darbe teşebbüsünden yaklaşık bir
hafta sonra yani. Yaşanan gecikmenin sebebi, anayasanın olağanüstü hal ilanı ile ilgili 120. maddesiydi.
16
Nisan 2017 halkoylaması ile yürürlükten kaldırılan bu maddeye göre, kamu
düzeninin bozulması ve yaygın şiddet olayları nedeniyle olağanüstü hal ilan
edilebilmesi için hükümetin veya cumhurbaşkanının iradesi yetmiyor, Milli
Güvenlik Kurulu’nun (MGK’nın) diğer (asker) üyelerinin de görüşünü almak
gerekiyordu.
Olağanüstü
hal ilanına gerek olup olmadığı hususunda askerî erkân ile mutabakat sağlamak şart
olmamakla birlikte, MGK toplantılarından beklenen sivil-asker uyumunu her
seviyede tesis etmesiydi. Türkiye’de siyasetin tarihî (bir o kadar da anti
demokratik) kodları, bu uyumun askerlerin bulunduğu noktada tesisini
gerektiriyordu.
Velhâsıl,
16 Nisan değişikliklerinden önce hükümet -durum ne denli âcil olursa olsun-
MGK’yı toplayıp askerlerin görüşünü almadan olağanüstü hal ilan edemiyordu.
Darbe teşebbüsü ile OHAL ilanı arasında geçen (yahut kaybedilen) bir haftalık
sürenin sebebi budur. Kaldı ki kurulun asker üyelerinden bir kısmı diğer
(darbeci) askerlerin elinde rehinken bu toplantı istense de ilk anda
yapılamazdı.
Keza,
darbe teşebbüsü cuntacı bir grup tarafından değil de emir-komuta zinciri içinde
yapılmış/yapılıyor olsa idi, hükümetin kendisini devirmek için harekete geçmiş
komutanları darbenin nasıl bastırılacağı üzerinde
istişarelerde bulunmak üzere âcilen MGK toplantısına çağırdığı tuhaf bir
manzara çıkardı ortaya.
16
Nisan halkoylaması ile yapılan değişiklikle, olağanüstü hal ilan edilebilmesi
için MGK’yı toplantıya çağırma ve askerlerin görüşünü alma devri kapandı. Cumhurbaşkanı
olağanüstü hal ilanına artık tek başına karar verebiliyor. Sonraki süreç ise 16
Nisan öncesi ile aynı.
Olağanüstü
hal kararı, Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giriyor ve aynı gün TBMM’e
sunuluyor. Meclis tatilde ise derhal (olağanüstü) toplanıyor ve OHAL ilanını
nihaî karara bağlıyor: Cumhurbaşkanının talebini yerinde bulursa altı ayı
geçmemek üzere OHAL ilan edebileceği gibi, bu talebi reddedebiliyor da. Süresi
dolan OHAL, Meclis tarafından (her seferinde dört ayı geçmemek üzere) uzatılabiliyor
yahut kaldırılabiliyor.
Gerek
sıkıyönetimin ve askerî yargının kaldırılması, gerekse olağanüstü hâle ilişkin
hükümleriyle 16 Nisan 2017 değişikliklerinin demokratik bir ilerlemeye tekabül
ettiği ortada.
Fırsat
buldukça diğer bazı hükümleri de inceleyeceğim.
Yorumlar
Yorum Gönder