uzay merakım

gökyüzüne merakım küçük yaşlarda başladı. kesin bir tarih vermek zor, fakat geriye dönüp baktığımda, halley kuyruklu yıldızını ararken buluyorum kendimi.
küçüktüm, fakat yine de hatırlıyorum. halley kuyruklu yıldızı o gece dünyanın yakınından geçecek, hava şartları müsait olursa biz de görebilecektik. bütün ülke, yetmiş küsür yılda bir gerçekleşen bu gökyüzü hadisesine kilitlenmiştik. aylar süren bu bekleyiş sırasında iki şey daha yapmıştık. ilki, halit ziya uşaklıgil’in “kuyruklu yıldız altında bir izdivaç” romanını dizi haline getirerek dönemin tek kanalı ve tek televizyonu trt’de yayınlanmaktı. ikincisi ise, o yıl bizi erovizyon’da temsil etmek üzere “halley” isimli bir de şarkı hazırlamak. şarkıyı seslendiren grubun üyelerinden birinin, hani o kısa kıvırcık saçlı gencecik kızın candan erçetin olduğunu şarkıyı yıllar sonra youtube’da izlerken fark edecektim.
beklenen gece geldiğinde, maaile bahçeye çıktık. insan boyunu aşmayan bahçe duvarının hemen arkasındaki mahalle arkadaşlarımın seslerine bakılacak olursa, onlar da benim kadar heyecanlıydı.
gökyüzüne uzanan apartmanların manzarayı kirletmediği büyükçe bir kasabadaydık o tarihte. sokak aydınlatması da zayıftı. gökyüzüne bakınca en ufağından en irisine kadar bütün yıldızlar görülebilirdi. yeter ki dolunay ve bulut olmasın.
ne var ki o gece hava bulutluydu. çok bekledik, ama halley’i göremedik. halley’den geriye bir bisküvi markası ile erovizyona katıldığımız melih kibar şarkısı kaldı.
halley’i görememiş olsak da, içimde merak uyanmıştı bir kere. sonraki yıllarda abone olduğum bilim ve teknik dergisi sayesinde bu merak daha da alevlenecekti.
o tarihte, hele taşradaysanız, süreli yayınlara ulaşabilmenin tek ve en garantili yolu abonelik sistemiydi. ben de öyle yaptım ve bilim ve teknik dergisine abone oldum. her ay elime geçen dergiyi adeta hatmediyor, okunmadık satır bırakmıyordum. internet diye birşeyin varlığından da, ne işe yaradığından da, bitcoin’den de bu dergi sayesinde herkesten önce haberdar oldum. özel kanalların yeni kurulmaya başlandığı, fm bandından yayın yapan özel radyolarınsa taşraya ulaşamadığı bir dönemde bunları kaç kişi biliyordu ki?..
dergide en çok ilgimi çeken, o ayki gökyüzü haritasını veren bölümdü. o ay mars’ı görebilecek miyim? venüs ne zaman boy gösterecek? jüpiter veya satürn çıplak gözle görünecek mi? yakınlarda ay veya güneş tutulacak mı? tutulacaksa ne zaman?.. bütün bunlar sıkı sıkıya takip ettiğim haberlerdi. haritada gösterilenlerin karşılığını bulabilmek için dakikalarca gökyüzünü seyrederdim.
keşke bir teleskobum olsaydı diye hayıflandığım o dönemde, şu an sahip olmadığım ne çok şey varmış. kafamı kaldırınca gökyüzünü görebiliyormuşum meselâ. şehir ışıklarının, motor ve korna seslerinin her yanı doldurmadığı bir dönemde, daha doğrusu bütün bunların olmadığı bir coğrafyada yaşarken yıldızları yahut ay tutulmasını görmemin önündeki tek engel, meğer bulutlarmış.
halley’i beklediğim kasabadan çoktan ayrılmış, daha büyük bir kasabada yaşıyorduk artık. toydum. ümit, merak ve heyecan doluydum. herşey için bol bol vaktim vardı. kitap okuyor, kendi kendime bağlama, ingilizce ve osmanlıca öğreniyor, satranç oynuyor, akşam yürüyüşleri yapıyor, bisiklete biniyor, şiir okuyor ve yazıyordum. önceleri aruz ve hece vezniyle, sonra serbest şiirler yazmaya başladım.
edebiyat öğretmeni olan babamın kütüphanesinde, aruz ve hece veznine dair bir sürü örnek ve kaynak vardı. lâkin serbest şiirle ilgili pek kaynak bulamadım. vezin ve kafiye dinlemeden yazanlar, daha ziyade solcu şairlerdi. vezin ve kafiyeye riayet etmekle birlikte ‘düzen’i sorgulayan sağcı şairler gibi, onlar da müfredata alınmıyordu. ders kitaplarına giremeyen bu solcu şairlere, milliyetçi-muhafazakâr bir insan olan babamın kütüphanesinde de rastlamamıştım. bugün bir tık’la erişebildiğimiz şeylere, internetin olmadığı bir dönemde ulaşmak ne kadar zordu. bir şiir kitabı almak için bile şehre gitmek zorundaydınız. taşrada kütüphane yoktu çünkü. olsa da küçüktü ve 'sakıncasız' kitapları bulabiliyordunuz sadece.
hal böyle olunca, serbest vezinle yazan solcu şairleri ahmet kaya ve zülfü livaneli’nin şarkılarıyla tanıdım. en çok attila ilhan’ı sevdim. yaşıyor muydu acaba, yoksa çoktan ölmüş müydü? google yokken her suale kolayca cevap bulamazdınız. nitekim birkaç yıl bulamadım da. etrafımda onun adını ne duyan vardı ne bilen. kime soracaktım ki?
aşağıdaki şiiri, attila ilhan’a öykünerek yazmıştım. şiirde, bilim ve teknik dergisinin o ayki sayısında uzun uzadıya bahsedilen orion takımyıldızına da atıf yapmışım, kısa dalgadan ulaştığım çin’in sesi radyosuna da -haftada bir gün, bir saat türkçe yayın yapıyordu.
o sıralar klasik müziğe de merak sarmıştım. orta dalgadan yayın yapan trt-radyo 3 yanında, epeyce bir para dökerek satın aldığım birkaç teyp kaseti vardı. şiirde onlardan da bahsediyorum.
güzel olan aşağıdaki şiirin kendisi değil, bir lise talebesinin dünyayı tanıma ve anlama telaşıyla çırpınışı galiba. o genci de, o günleri de çok özlüyorum bazen.
 
UZAY ŞİİRİ
aylarca beklemişim yaşansın diye
karlı sokak lambaları altında
gözlerimi yumup uzak bir musikîye
dünyayı selamlamışım bir başka
yıldızlar titriyor, güneş dağlar ardında
bir ben kalmışım koyu bir yalnızlıkla
bir de yaşanmamış jüpiter geceleri
-hâlâ yaşanacak-
 
 ayrı bir samanyolunda
yıldızların yanında, güneşin solunda
aklımda sorular cevap bekleyen
kâh dünyadayım kâh ayda
ve yıldız haritamda pinekleyen
simsiyah gözlerle ben
arkamda kalmış bütün bir dünya
zihnimde orion bilmeceleri
-ha çözüldü ha çözülecek-
 
radyoda çin saati, yine hüzün gelecek
ve beethoven sonadıyla ona eşlik edecek
saraydan kız kaçacak, sonra sihirli flüt
ve yahya kemal’den yalnızlık heceleri
-sürdü, sürecek-
 
her akşamüstü, her gece yarısı
bir efkârdır çekerim
beynimde evren düşünceleri
-nasıl silinecek?-

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

teyzelerim

dayımı kaybettik