Kayıtlar

2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

hızlı trene bindim

işletmeye alınalı kaç sene geçmesine rağmen ancak geçen ay binebildiğim hızlı trenle yaptığım seyahat, abartılı olmayan bir güvenlik kontrolünden sonra tandoğan garında (ve tam saatinde, 19:00’da) başladı. üç buçuk saat süren yolculuk boyunca sincan, eskişehir, bilecik, izmit ve gebze istasyonlarına uğradık. saat 22:35’te pendik garındaydık. (sonradan öğrendiğime göre, kalkış saatine bağlı olarak tren farklı istasyonlara uğruyormuş) treninin sonuncu vagonun sol tarafında, sondan bir önceki koltuğunun koridor tarafında idim. diğer vagonları (bilhassa yemekhanenin olduğu vagonu) niye gezmediğimi şimdi bile anlamış değilim. ama kendi bulunduğum vagonu gayet temiz ve bakımlı buldum. ortada genişçe bir koridorun ayırdığı sağlı-sollu (otobüs nizamında) dizilmiş koltuklar iki kişilik, gayet rahat ve temizdi. koridorun her iki yanına, oturanların birbirinin yüzüne baktığı dört kişilik koltuklardan da birer tane yerleştirmişler. bu oturma düzenine belediye otobüslerinde de rastlıyoruz.

ifade hürriyetinin sınırları

Sesi gür çıkan ve tesir kabiliyeti nispeten yüksek bir kesime göre Türkiye hızla otoriterleşiyor ve bir AKP (aslında Erdoğan) diktatöryasına doğru yol alıyor. Aynı kesim, yaşanan birtakım olumsuz gelişmeleri kendi tezlerinin teyidi olarak görüyor ve genelleştirerek sunuyorlar. Son yıllarda iyice serpilen ve büyük ölçüde Ak Parti’nin (aslında Erdoğan’ın) müteeyyidi olarak mevzilenen diğer kesime göre ise işler yolunda. Bir kötülük ya da noksanlık varsa bile, dünden (2002 öncesinden) daha fazla değil ve içinde bulunduğumuz ‘kritik’ süreç öyle gerektiriyor. Hak ihlâllerine yönelik bu savunma biçimi size de bir yerlerden, mesela inkılap tarihi derslerinden tanıdık gelmiyor mu? Cumhuriyetin ilk yıllarını bu tür ihlâlleri mazur, kaçınılmaz, hatta haklı gösterecek kadar ‘kritik’ bir dönem olarak gösterenler, aynı argümanın gün gelip kendilerine karşı kullanılabileceğini hesaba katmadıklarına göre, belli ki hep iktidarda kalacağız sandılar. Fakat yanıldılar. Türkiye değişiyor. İyi ki

darbeden tecavüze bir yol var

İnsanlar gibi toplumların da hayatında kırılma noktaları var. Bir noktadan sonra artık hiçbirşey eskisi gibi olmuyor. 15 Temmuz, böyle bir tarih. Bütün saflaşmaların, zıtlaşmaların, kadim dostlukların, sonradan kurulma ittifakların, düşmanlıkların, doğru bildiklerimizin, yanlış sandıklarımızın, kararsız kaldıklarımızın, vaktiyle bir anlam veremediklerimizin, kısaca eskiye ait ne varsa gözden geçirilmesi ve icabında tashihi gereken bir dönüm noktası. 15 Temmuzun çoğu zaman gözden kaçan bir boyutu ise gerek profesyonel siyasetçilerin, gerekse sokaktaki adamın lisanında meydana getirmekte olduğu değişim. Bu değişim zamanla siyasî kültüre nüfuz ederek bizi daha ‘sivil’ bir dil kullanmaya zorlayacak. Steinbeck’in Bitmeyen Kavga isimli romanındaki Mac karakterinin (grev yapan işçilerin lideri) sözleri, bu değişimi anlamakta kılavuzluk edebilir: Fedakârlık ne kadar geniş kitlelere mal edilirse, ortaya çıkan sonuç o kadar sahiplenilir. Diğer darbelerden farklı olarak, meşruiyete ve a

atıştırma kültürü ve izmir

Resim
izmir, hazır yiyecekleri ve ayaküstü tüketmeyi seven bir şehir. üstelik bunu zaman darlığından değil, basbayağı severek yapıyorlar. evde mis gibi kahvaltı yapmak dururken, yakındaki fırından gevrek yada boyoz getirten ev hanımlarının hâli başka ne ile açıklanabilir ki? size bahsedeceğim ilk iki atıştırmalığı öğrenmiş oldunuz böylece: gevrek ve boyoz. gevrek kelimesinin izmire yerleşen balkan göçmenlerinden alındığını, boyozun ise sefarad yahudileri ile geldiğini duymuştum. tarihi itibariyle izmir çok-kültürlü ve göçmen dostu bir şehirken, niye ve nasıl bu kadar ulusalcı oldu? bu da ayrı bir yazının konusu... gevrekle simit aynı şey midir tartışmasını bir yana bırakıyorum. velev ki birbirine çok benzeyen fakat farklı şeyler olsunlar. izmirliler simite gevrek der, üstelik bununla da övünürler. ikisi farklı şeyse, boşuna övünüyorlar demektir. dolayısıyla her aklı başında izmirlinin “gevrek, simitten farklı bir yiyecek olup sadece izmirde üretilir” yada “simite, sadece izmirliler ge

hür fikirler

dikkatli okuyucularım, son yazımın ( darbeye niye karşısınız?) imla bakımından diğerlerinden ayrıldığını fark etmişlerdir. standart gramer kurallarına sıkı sıkıya bağlılık gösteren bu yazı hürfikirler ’de yayınlanmak üzere kaleme alındı zira. bilenler bilir, bilmeyenler için bahsetmiş olayım… ali fuat başgil ve ahmet emin yalman öncülüğündeki bir grup aydın, 1947 yılında hür fikirleri yayma cemiyeti (HFYC) adında bir dernek kurarak o döneme göre hayli cüretkâr sayılabilecek faaliyetlerde ve neşriyatta bulundular. Çıkardıkları derginin adı da, derneğin adından mülhem şekilde hür fikirler idi. gayesi, fikir hayatını canlandırmak ve çeşitlendirmek olarak özetlenebilecek bu entellektüel teşebbüs, açıkça belirtilmese de liberal bir damardan besleniyordu. gerek ülkemizdeki entellektüel sermayenin böyle bir teşebbüsü ayakta tutabilecek derinlikte olmaması, gerekse dönemin iç ve dış siyasî şartları münasebetiyle cemiyetin ömrü kısa oldu. bugün , hür fikirler ’in entellektüel mira

darbeye niye karşısınız?

Tarihi, galipler yazıyor. İkinci Dünya Savaşı Almanya’nın galibiyetiyle sonuçlansa, Hitler büyük bir cihangir ve Alman ırkının en mümtaz evlatlarından biri olarak tarihe geçecekti. Yada Mustafa Kemal başarısız olsa idi, bugün millî mücadele olarak destanlaştırılan dönemi bir fetret ve celâliler devri, kahraman olarak yad ettiklerimizi ise padişahın iradesine başkaldıran komitacılar ve hainler güruhu olarak anıyor olacaktık. Aynı sonuç-odaklılık,darbeler için de geçerli. 27 Mayıs’ı tezgâhlayanlar Atatürk’ün yoluna baş koymuş özgürlük havarileri olarak efsaneleştirilirken, aynı iddia ve saiklerle yola çıkan Talat Aydemir’in idamı bunun bir örneği değil mi? 9 Mart 1971’de ihtilal yapmayı planlayan bir grup askeri tespit ve tasfiye eden silahlı kuvvetler üst yönetimi “bu memlekete darbe gerekiyorsa, emir-komuta zinciri içinde biz yaparız” dercesine muhtıra verdiğinde tarihler 12 Mart’ı göstermiyor muydu? O üç günde demokrasinin bu ülkedeki makûs kaderi değil, darbeyi kimin yapac

15 temmuz kasveti

(1) Kalkışma başlamadan önce - Neredeydim? 13 Temmuz Çarşamba sabahı Kırklareli’ne doğru yola çıkarken niyetimiz, iki gün halamlarda kalmak ve birkaç saatliğine Çerkezköy’e uğrayıp akrabaları ziyaret ettikten sonra Cuma günü en geç ikindi vakti eve dönmüş olmak idi. Evdeki hesap çarşıya uymayınca Çerkezköy’den çıkışımız gecikti. Sultangazi’de oturan oğlunun yanına gitmek isteyen bir akrabamızın da bize katılmasıyla dört kişi olduk: ben, annem, babam ve yengemiz. Mahmutbey gişelerinden çıktıktan sonra akrabamızı bırakacak, ikinci köprü üzerinden Üsküdar’a geçecektik. Önümüzde 130 km’lik bir yol, depoda yeteri kadar yakıt vardı. Buna rağmen babam huzursuzlandı, yol boyunca gözü Total (benzin istasyonu) aradı, rastlamayınca herhangi bir benzinliğe girip 50.-tl’lik mazot aldı. (deposunu sadece Total ’de doldururdu) Sultangazi’den ikinci köprü yoluna çıkınca başlayan sıkışıklığı Cuma trafiğine bağladık. Yol o kadar sıkışıktı ki, belki daha iyidir düşüncesiyle Boğaziçi Köprüsü’