Kayıtlar

2024 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Mehmet Akif'le Çanakkaleden Gazzeye

Hem İstiklal Marşının kabulünün hem Çanakkale zaferinin yıldönümü olması münasebetiyle geçen hafta boyunca Mehmet Akif’i yad ettik, hayatından ve şahsiyetinden bahseden konuşmalar dinledik, şiirler okuduk, okuttuk. Dirlik vermeyip Mısır’a kaçmasına sebep olan çevrelerin günümüzdeki temsilcilerinin bile Akif’ten büyük bir saygıyla bahsetmesine memnuniyetle şahit olduk. Mehmet Akif, istiklâle herkesten çok ve herkesten önce inanmış büyük bir vatanperverdi. Öyle ki Osmanlı Devleti’nin ilk başkenti ve harim-i ismeti Bursa’nın işgal edildiği günlerde herkes ye’se düşmüşken o, Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak! diye haykırıyordu. Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın İstiklal Marşımızın yazıldığı Taceddin Dergâhı’nı ancak geçen sene görebildim. O küçücük dergâhta bu şiiri yazarken Akif’in sırtında bir palto bile olmadığından, arkadaşının paltosunu ödünç alarak dışarı çıkıyormuş. İstiklal marşı mukabilinde va’dedilen 150 li

dayımı kaybettik

yanında büyüdüğümüz yahut muntazaman görüştüğümüz akrabalarla kurduğumuz bağlar araya zaman ve mesafe girse bile kopmuyor, körelmiyor. hayatımıza sonradan giren akrabalarla münasebetlerimizde ise -bu gecikmenin makul bir sebebi yoksa hele- birşeyler hep eksik kalıyor, derinleşmiyor. dayım sözkonusu olduğunda da böyle bu, iki numaralı halam sözkonusu olduğunda da. hep bir eksiklik, hep bir yarım kalmışlık duygusu… bugün size, birkaç gün önce kaybettiğimiz dayımdan bahsedeceğim. dört kardeşin en büyüğü ve tek erkek olanıydı. meslek hayatına (deniz astsubayı) gölcük’te başlamış, emeklilikten sonra da ayrılmamıştı. 99 depreminde iki kat gömülerek zemin kata çakılan evinden sağ çıkmış, kalıcı konutlar olarak anılan bölgede inşa edilen yeni evinde yaşamaya başlamıştı. birkaç yıl önce ikinci eşini de kaybedince büsbütün yalnız kalmış, oğlunun ve gelininin olanca destek ve gayretine rağmen kendini iyice salmıştı. son yıllarını huysuz, inat ve memnuniyetsiz bir ihtiyar olarak geçirdiği ömr

hırsıza mektup

istanbula yeni geldiğim günlerdi. teyzemin yanında kalıyordum. mutad olduğu üzere, iş çıkışı biraz dolaştıktan sonra eve gelmiştim. ev boştu. şaşırdım, çünkü teyzem o saatte nadiren çıkardı. alışverişe birlikte çıkardık, fakat ufak tefek şeyler için beni beklemezdi. alışverişe mi gitti, yoksa hava almaya mı çıktı diye düşünürken balkonda olabileceği aklıma geldi. bir koşu balkona baktım, orada da yok. nerede bu teyzem diye düşünürken, salonda, üçlü koltuğun önüne çektiği zigon sehpanın üstünde bir kâğıt gördüm. teyzemin el yazısıyla şöyle birşeyler yazıyordu: oğlum. parasızlık canıma tak etti. borç gırtlağa dayandı. dayının yanına borç para istemeye gidiyorum. birkaç güne gelirim, beni merak etme. aynı evde kaldığım halde teyzemin bu darlığından nasıl haberim olmadı? bana niye söylemedi diye epeyce hayıflandığımı hatırlıyorum. hemen telefona sarıldım. âni bir kararla gölcük’e, dayımın yanına gitmiş. biraz değişiklik olsun istemiş. para sıkıntısı filan da yokmuş. peki o not neydi

Uzay Yolculuğunun Hatırlattıkları

Alper Gezeravcı’nın uzaya yaptığı onsekiz günlük seyahat büyük bir merak ve heyecan dalgası yaratırken bazı tartışmaları da beraberinde getirdi. Bu tartışmaların en renklisi, uzaya çıkan ilk Türk’ü nasıl adlandıracağımızla ilgili olanıydı bana göre: Astronot mu demeliydik, yoksa Sovyetlerin ‘kozmonot’una, Çinlilerin ‘taykonot’una, Fransızların ‘spasonot’una benzer bir isim türetip onu mu kullanmalıydık? Türkonot diyebilirdik meselâ. Yada gökbey, gökmen, gökalp, cacabey, fezagir, evrenot… Gökbey’e cinsiyetçi diye itiraz ediliyor. Gökmen, türkonot ve evrenot’a Türkçe’nin özünde olmayan (uydurma) eklerle türetildiği için karşı çıkılıyor. Fezagir’e Arapça kökenli olduğu için. Cacabey’e yükselen itiraz hem telaffuz zorluğundan hem de büyük ölçüde siyasî; bu ismi Devlet Bahçeli teklif etti çünkü. Velhâsıl bu isimlerin her birine farklı bir gerekçeyle karşı çıkmak mümkün, herhangi biri üzerinde uzlaşmak ise imkânsıza yakın. Benim şahsî tercihim, Gökalp. Bu sayede, ilk uzay yolcumuz Alper Geze

uzay merakım

gökyüzüne merakım küçük yaşlarda başladı. kesin bir tarih vermek zor, fakat geriye dönüp baktığımda, halley kuyruklu yıldızını ararken buluyorum kendimi. küçüktüm, fakat yine de hatırlıyorum. halley kuyruklu yıldızı o gece dünyanın yakınından geçecek, hava şartları müsait olursa biz de görebilecektik. bütün ülke, yetmiş küsür yılda bir gerçekleşen bu gökyüzü hadisesine kilitlenmiştik. aylar süren bu bekleyiş sırasında iki şey daha yapmıştık. ilki, halit ziya uşaklıgil’in “kuyruklu yıldız altında bir izdivaç” romanını dizi haline getirerek dönemin tek kanalı ve tek televizyonu trt’de yayınlanmaktı. ikincisi ise, o yıl bizi erovizyon’da temsil etmek üzere “halley” isimli bir de şarkı hazırlamak. şarkıyı seslendiren grubun üyelerinden birinin, hani o kısa kıvırcık saçlı gencecik kızın candan erçetin olduğunu şarkıyı yıllar sonra youtube’da izlerken fark edecektim. beklenen gece geldiğinde, maaile bahçeye çıktık. insan boyunu aşmayan bahçe duvarının hemen arkasındaki mahalle arkadaşla

Gazze

Gazze, Filistin’in denize açılan kapısı. Ne var ki bu kapı yıllardır İsrail ablukasında ve kapalı. Gazzeliler İsrail’den izinsiz balık bile avlayamıyor, Akdeniz’in kıyısında açlık çekiyorlar. Gazze’nin güney komşusu Mısır’a açılan Refah kapısı var bir de… Mursî zamanında Gazze’ye can veren bu kapı, Sisi iktidarı ele geçirdiğinden beri kapalı. İsrail’le anlaşmalı olarak ve zinhar onu kızdırmayacak geçişler için arada bir açılıyor. Geçtiğimiz ay sağlanan geçici ateşkesin ilk gününde 200 tırlık insanî yardım geçişine müsaade edilmişti meselâ. Gazze’nin nüfusu iki milyon, her tırın istiap haddi 25 ton olduğuna göre, sadece içme suyu ihtiyacını karşılamak için bile günlük 160 tır gerekiyor. Girmesine izin verilen yardımın büyüklüğünü yahut kifayetini, varın siz hesap edin. Gazze’nin yardıma değil, ablukanın kaldırılmasına ve ticarete ihtiyacı var. 7 Ekim saldırısından sonra bu ihtimalin iyice düştüğünün, hatta ortadan kalktığının farkındayım. Lâkin Gazze 7 Ekim’den önce de abluka altındaydı