Hem İstiklal Marşının kabulünün hem Çanakkale zaferinin yıldönümü olması münasebetiyle geçen hafta boyunca Mehmet Akif’i yad ettik, hayatından ve şahsiyetinden
bahseden konuşmalar dinledik, şiirler okuduk, okuttuk. Dirlik vermeyip Mısır’a kaçmasına sebep olan çevrelerin günümüzdeki temsilcilerinin bile Akif’ten büyük bir saygıyla bahsetmesine memnuniyetle şahit olduk.
Mehmet Akif, istiklâle herkesten çok ve herkesten önce inanmış büyük bir vatanperverdi. Öyle ki Osmanlı Devleti’nin ilk başkenti ve harim-i ismeti Bursa’nın işgal edildiği günlerde herkes ye’se düşmüşken o, Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak! diye haykırıyordu.
Doğacaktır
sana va’dettiği günler Hakk’ın
Kim
bilir belki yarın, belki yarından da yakın
İstiklal
Marşımızın yazıldığı Taceddin Dergâhı’nı ancak geçen sene görebildim. O küçücük
dergâhta bu şiiri yazarken Akif’in sırtında bir palto bile olmadığından, arkadaşının
paltosunu ödünç alarak dışarı çıkıyormuş. İstiklal marşı mukabilinde va’dedilen
150 liralık mükâfatı, böylesi bir yokluk içindeyken reddetmiş fakat sonra çok pişman
olmuş. Yakın arkadaşı Mithat Cemal Kuntay’ın Ersoy’u anlatan biyografisinde
aktardığına göre, o mükâfatı almalı ve gizlice
fakir fukaraya dağıtmalıydım. Akif ne büyük adam desinler isteyen nefsime yenik
düştüm diye esef edip dururmuş.
Lise
yıllarında sınıf arkadaşıyla kavilleşmişler: Kim erken ölürse, diğeri onun ailesine, çoluk çocuğuna sahip çıkacak... Akif’in tam da memuriyetten istifa ettiği, kendi evinin geçimini bile teminde zorlandığı günlerde ölmüş arkadaşı. O sözü yirmi sene önce, bir talebeyken vermiştim demeyip, vefat eden arkadaşının hanımına ve çocuklarına kol kanat germiş. Kuntay’ın bahsettiğim kitabının bir başka
yerinde, verdiğim sözü tutmamam için ölmüş olmam gerekir diyor Akif. Hâsılı, sadece sanatıyla değil, şahsiyetiyle de büyük adammış.
Bu
büyük şaire, kendini vatanına ve istiklale adayan bu abide şahsiyete ‘kurtuluş’tan
sonra memleketi dar etmişiz. Hakkı olan emekli maaşı bağlanmadığı gibi, peşine
hafiyeler takıp adım adım takip edilmiş. İşgal devam ediyor olsa pekâlâ sineye
çekebileceği bu zillete dayanamayıp Mısır’a göçmüş. Ölümüne yakın, hasta
vaziyette dönmüş memleketine. İstiklal Marşımızın şairine, eski mebus sıfatıyla
bile hak ettiği tören düzenlenmemiş. Cenazesi, çok sevdiği milleti ve gençler tarafından
kaldırılarak Edirnekapı Mezarlığına defnedilmiş. Nur içinde yatsın.
Çanakkale’den Gazze’ye
Bütün
şiirlerini topladığı halde bana değil
millete aittir deyip İstiklal Marşı’nı almadığı Safahat’ın belki de en
güzel ve en içli mısraları, Çanakkale savaşını anlatan bölümü. Son dönemde bu
mısraları ne zaman hatırlasam, aklıma Gazze geliyor. Rahmetli Akif bu
mısralarla 1915 Çanakkalesini değil de, günümüz Gazzesi anlatıyor sanki.
Şu
Boğaz Harbi nedir, var mı ki dünyada eşi?
En
kesif orduların yükleniyor dördü beşi
Tepeden
yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç
donanmayla sarılmış ufacık bir karaya
Gazze
altı aydır abluka altında. İsrail, en modern silahları ve bütün vicdansızlığıyla
bu ufacık karaya saldırarak çoluk çocuk, yaşlı genç, kadın erkek demeden ya öldürüyor
yahut her türlü yardımın önünü keserek açlık ve hastalık yüzünden ölmelerini
bekliyor. İnsanın Akif olup haykırası geliyor:
Yâ
Rab, bu uğursuz gecenin yok mu sabahı?
Mahşerde
mi bîçarelerin, yoksa, felahı!
Gazze’de yolunu şaşıranlar
Bu
vahşette İsrail yalnız değil. En büyük destekçisi olan ve dünyaya her fırsatta
insan hakları dersi vermeye kalkan ABD, Gazze meselesinde çok fena çuvalladı. Dışişleri
Bakanı Blinken’ın 7 Ekim saldırısının ardından İsrail’e yaptığı destek ziyaretinde
sarf ettiği “Burada bir Yahudi olarak bulunuyorum” ifadesi bile bunu izaha yetiyor.
Blinken
bir Yahudi ve hadiselere Yahudi penceresinden bakıyor. Halbuki Filistin
meselesi eski ve çok katmanlı bir sorun, çözümü de o nispette zor. ABD’nin ve
Blinken’ın 7 Ekimde hayatını kaybedenlerin acısını paylaşma ve İsrail’le dayanışma
içinde olduğunu gösterme isteğini anlıyorum. Faillerin bir an önce bulunup
cezalandırılmasını istemek de makul bir talep. Fakat fail tanımını, Gazze’nin
tamamını içine alacak şekilde genişleterek bütün bir halkı açlık ve ölümle cezalandırmaya
kalkmak anlaşılır gibi değil. Müslümanlık
nerde, bizden geçmiş insanlık bile diyen Akif’e göre iyi bir Müslüman
olmanın şartı iyi bir insan olmaktan geçiyor. Netenyahu, Blinken ve hempaları
için ise Yahudi olmak ve onların çıkarını korumak, herşeyin üstünde bir değer.
Gazze’nin
işgaline destek veren ülkeler arasında, topraklarının bir kısmı iki yıldır Rus
işgalinde bulunan Ukrayna da yer alıyor. Buna önce şaşırdım. Gazzelilerin halinden
en çok onların anlaması beklenirdi çünkü. Üstelik bu işgal, Rus-Ukrayna
savaşını gündemden düşürmüş, Ukrayna’ya verilen uluslararası desteği azaltmıştı.
Hem ahlaken hem menfaati icabı Gazze’nin işgaline karşı çıkması gereken Ukrayna’nın
pozisyonunu, liderinin dinî mensubiyeti belirledi. Zelenski de bir Yahudi çünkü.
Uluslararası desteği azalan ve ahlakî üstünlüğünü kaybeden Zelenski’nin işi, önümüzdeki
dönemde daha da zorlaşacak.
İsrail’in
Gazze hamlesinde yanlış tavır alan bir diğer ülke, Almanya… Öyle sanıyorum ki
bu desteğin altında, Hitler’in Yahudilere uyguladığı soykırımı affettirme
(hatta belki unutturma) çabası ile ezikliği yatıyor. Bu, nafile bir çaba.
Yanlış, yanlışla düzeltilmez. Hitler’in Yahudilere uyguladığı zulüm nasıl ve ne
kadar yanlışsa, İsrail’in Gazzeye muamelesi de o kadar yanlış. Bu konuda Güney
Afrika’yı örnek alabilirdi.
Siyahları
aşağılayan ayrımcı bir rejimle on yıllarca yönetilen Güney Afrika’da Mandela
önderliğinde yürütülen mücadele ve uluslararası baskıların sonuç vermesiyle, siyasî
ve hukukî eşitliğe dayalı demokratik bir rejim kuruldu. Geçmişle hesaplaşmanın getirdiği
özgüven ve ahlakî üstünlükle hareket eden Güney Afrika, İsrail’in Gazze
harekâtını Uluslararası Adalet Divanı’na taşıyarak büyük bir iş başardı. Bu işi
şeriatla yönetilen yahut halkı Müslüman olan bir ülke yapsaydı, aynı derecede
etkili olmazdı. İnsanlık adına Güney Afrika’ya çok şey borçluyuz. Kolombiya,
Meksika, Şili, Bolivya ve Brezilya gibi Latin Amerika ülkeleri de İsrail’e en
sert tepkiyi gösteren ülkeler arasında. Floransa’yla Kudüs’ü karşılaştırıp
ikisi de bizden değildir diyen Falih Rıfkı ile Uğur Dündar gibilerdense, Güney
Afrikalıları, Kolombiyalıları kendime daha yakın hissediyorum. Yaşım
ilerledikçe daha iyi anlıyorum ki önemli olan aynı tarihi değil, aynı değerleri
paylaşmak.<
Yorumlar
Yorum Gönder