Kayıtlar

2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Seçimler: Beka meselesi mi?

Çok partili hayata 1946’da geçtiğimizi sananların tarih algısı, besbelli ki ‘cumhuriyet’le sınırlı. Cumhuriyetten önce de siyasî partilerin olduğunu ve seçimlerin yapıldığını ya bilmiyor yahut bilmezden geliyorlar. Siyasî tarihimizin ilk seçimi 1876’da, birden çok partinin katıldığı ilk seçim ise 1908’de yapıldı. İnkıtaya uğrasa da, bir asrı geçkin bir seçim ve siyasî parti kültürümüz var. 1876-1946 arasında yapılan bütün seçimler iki dereceli idi. Müntehib-i evvel adı verilen ilk seçmenler (oy verme salâhiyetine sahip vatandaşlar), bir ‘seçici kurul’ mantığıyla çalışan müntehib-i sânileri seçiyor, müntehib-i sâni adı verilen ikinci seçmenler ise milletvekillerini belirliyordu. Seçenle seçilen arasındaki ara kademeyi ortadan kaldıran 1946 seçimleri, aynı zamanda Cumhuriyetin ilk çok partili seçim tecrübesiydi de. Çiçeği burnundaki muhalefet partilerinin yeterli zaman ve propaganda imkânı bulamadığı bu baskın seçimde açık oy, gizli tasnif gibi ayyûka varan hukuksuzluklar yaşan

Müslüm ve Freddie Mercury: İki Göçmenin Hikâyesi

İstanbul’un tahtını koruduğu, ancak diğer illerle mesafesinin bu kadar açılmadığı yıllarda, sadece bereketli topraklarıyla değil sermaye birikimi, ticarî ve sınaî kapasitesiyle de müthiş bir çekim merkeziydi Adana. Öyle ki Türkiye’nin en büyük holdinglerinden birini bu şehirde kuran Sabancı ailesi bile Talas’tan (Kayseri) gelip Adana’ya yerleşmişti. Göçmendiler. Farklı coğrafyalardan kopup emeğine, sermayesine ve talihine güvenerek bu şehre gelen insanlar Adana’ya ve ekonomisine nasıl dinamizm katıyorsa, iktisadî hayattaki canlılık da şehrin kültürünü, sanatını ve eğlence hayatını öyle besliyordu. Orhan Kemal, bu toprakların çocuğuydu meselâ. Adına (hususî) bir kanun çıkartılacak kadar özel bir yetenek olan Suna Kan da, müzik tahsilini ilerletmek için küçük yaşta önce Ankara’ya, sonra yurt dışına gitmiş bir Adanalıydı. Hayatında ve ikbalinde önemli yer tuttuğu halde, Adanalı olmayan isimler de var: Yaşar Kemal, Yılmaz Güney ve Muzaffer İzgü gibi. Yolu Adana’dan geçen bir başka i

anayasal gelişme tezleri

Bülent Tanör, kendi verdiği doktora derslerinde de takip ettiği bu kitabında “niçin bu anayasa?..” yada “nasıl bir anayasa?..” sorularına cevap arayanların düşüncelerini derli toplu bir biçimde sunmayı amaçlıyor. Fazla ayrıntıya girmeden, konunun sadece ana hatlarını ve özünü vermeye çalışan başarılı bir çalışma olduğu söylenebilir. İncelenen tezlerin Kemalist, Gelenekçi-İslamcı, Popülist ve Sosyalist olmak üzere dört ana kategoriye ayrılması, takibi daha kolay bir yol haritası sunması bakımından iyi bir çıkış noktası oluşturmuş. Ne var ki görüşleri incelenen kişilerin bu dört kategoriden biri ile irtibatlandırılarak A kişisinin Kemalist, B kişisinin İslamcı, C kişisinin popülist… olarak takdim edilmesi, okuyucunun bu isimlere peşin hükümlü olarak yaklaşmasına da yol açabiliyor. Kitabın zayıf noktası da bu bana göre: yazarın, tasvip etmediğini anladığımız görüşlere karşı zaman zaman tarafsızlığını kaybetmesi… Yazarın tarafsızlığını kaybettiği satırlarda kullandığı dil yaln

kitaplardan filmlere biyografiler

hatıra ve biyografilerin öneminden bahsederken gördüm ki, otobiyografileri atlamışım. unuttuğumdan değil, hatıra ve otobiyografiler arasında ‘teknik’ bir fark olduğunu düşündüğümden... ilki (hatıralar) hayatın genellikle belli bir dönemini veya yönünü ele alıyorken, ikincisi (otobiyografiler) hayatın geneline şâmil oluyor. hatıra veya otobiyografiler tarafsız değildir elbette. olması da beklenemez. yeter ki yazar yaşadıklarını ve gördüklerini kendi zaviyesinden anlatmakla yetinsin, işine gelmeyen hallerde hakikati tahrife yahut kendine saklamaya meyletmesin. bu sakınca, çapraz (mukayeseli) okumalarla ortadan kalkabilir ancak, ki bu da belli bir kişiyi ve/veya dönemi anlatan hatıra ve biyografilerin sayısının artmasıyla mümkün. hatıra ve özyaşam öykülerine nispetle tarafsız metinler olmakla birlikte, biyografiler de büsbütün tarafsız değildir aslında. biyografi yazarının ‘yumuşak karnı’nı, hayatını yazmakta olduğu kişiye beslediği sempati oluşturur bana göre. aynı şey okuyucu içi