hızlı trene bindim

işletmeye alınalı kaç sene geçmesine rağmen ancak geçen ay binebildiğim hızlı trenle yaptığım seyahat, abartılı olmayan bir güvenlik kontrolünden sonra tandoğan garında (ve tam saatinde, 19:00’da) başladı.
üç buçuk saat süren yolculuk boyunca sincan, eskişehir, bilecik, izmit ve gebze istasyonlarına uğradık. saat 22:35’te pendik garındaydık. (sonradan öğrendiğime göre, kalkış saatine bağlı olarak tren farklı istasyonlara uğruyormuş)
treninin sonuncu vagonun sol tarafında, sondan bir önceki koltuğunun koridor tarafında idim. diğer vagonları (bilhassa yemekhanenin olduğu vagonu) niye gezmediğimi şimdi bile anlamış değilim. ama kendi bulunduğum vagonu gayet temiz ve bakımlı buldum.
ortada genişçe bir koridorun ayırdığı sağlı-sollu (otobüs nizamında) dizilmiş koltuklar iki kişilik, gayet rahat ve temizdi.
koridorun her iki yanına, oturanların birbirinin yüzüne baktığı dört kişilik koltuklardan da birer tane yerleştirmişler. bu oturma düzenine belediye otobüslerinde de rastlıyoruz.
çanta ve bavulları koymak için yolcu koltuklarının üstüne, tıpkı uçaktakiler gibi (fakat uçaktakine kıyasla hayli geniş) cepler yerleştirmişler.
koridorun ortasında ve sonuna doğru, tavana asılı iki ekran var. bu ekrandan trenin o andaki hızı ve bir sonraki istasyona erişim mesafesi takip edilebiliyor.
ekrandan izlemeye çalıştığım kadarıyla, polatlıya kadar 50 ila 80 km. hızla yol aldık. polatlıdan eskişehire kadar olan bölümde aşamalı olarak 250 km hıza ulaştık ve bir saati aşkın bir süre bu hızda seyrettik. kalan bölümde ise hızımız 130-150 km civarında idi. eskişehirden sonra ortalama hızımız önce 120-130 km’e, istanbula yaklaştıkça da 80 km civarına düştü.
hâsılı, yolun büyük bölümünü polatlı-eskişehir arasında yakaladığımız hızla kat ettik. güzergâhın tamamını bu hızla geçebilsek yolculuk iki, iki buçuk saate düşmüş olacak.
yolculuk, trenin en hızlı yol aldığı zamanlarda bile neredeyse sarsıntısız ilerliyor. kulağımda, tıpkı uçakta olduğu gibi hafif bir dolma ve zorlanma hissi
ekrandan takip edilebilecek diğer bilginin (trenin bir sonraki durağa ulaşmak için kat etmesi gereken mesafenin neresinde olduğu) verilme şeklini ise beğenmedim. tren ilerledikçe rengi değişen bir çubuk-grafik yardımıyla aktarmaya çalıştıkları bu bilgiyi bir sonraki durağa 100 km, şu anki hızımızla 40 dakika kaldı şeklinde verseler çok daha anlaşılır ve açıklayıcı olurdu.
şehir merkezinden uzaklaştıkça çekmediğinden cep telefonumu kapatmadan önce, interneti trenin kablosuz ağına bağlanarak kullanmayı düşündümse de şarjımın az olması ve ortalarda ağ şifresini (muhtemelen bilet numarasıydı) soracağım kimsenin olmaması nedeniyle kitap okumayı tercih ettim. halbuki kablosuz bağlantı hızını denemem lazımdı. bu da bir diğer pişmanlığım…
tandoğan garından ayrılalı 15 dakika olmamıştı ki, köfte kokusu almaya başladım. koridorun sağında en arkada oturanlardan geliyordu bu koku. trene bindikten onbeş dakika sonra acıkmalarına mı kızarsın, yemekhaneyi niye kullanmadıklarına mı, yoksa kokusuz birşey yemek dururken niye köfte yediklerine mi bilemedim.
bir saat geçti-geçmedi, bu defa yumurta kokusuyla irkildim. ön taraftaki dörtlü koltuklarda oturan çocuklu aileden geliyordu koku. çocuklar acıkmış, belli. ama niye yumurta?
herhangi bir şehirler arası otobüste yada uçağa binince son derece kibar ve görgülü tavırlar sergileyen bu insanlar, trene, metroya yada belediye otobüsüne binince neden kaba ve anlayışsız oluyorlar sizce?
cevabını merak edenler, malcolm gladwell’in kıvılcım ânı adlı kitabında ‘bağlamın gücü’nü anlatan bölümlere yada robert p. murphy’nin, yakında benim çevirimle çıkacak olan Yanlış Bilinen Kapitalizm adlı kitabının onikinci bölümüne bakabilir.
her vagonda iki tane olmak üzere trenin tuvaletleri, son derece temiz ve ferahtı. vagonun ön tarafına astıkları bir lambaya bakarak, tuvaletin o an dolu mu boş mu olduğunu yerinizden kalkmadan anlayabiliyorsunuz.
yemek vagonuna geçmediğimi söylemiştim. buna mukabil yolculuk boyunca bir defa servise çıktılar. bisküvi, çikolata, kraker, çay, su vb şeyler piyasanın biraz üstünde, fakat çok da fahiş olmayan fiyatlarla satılıyor.
vaktiyle saatlerce beklediğimiz yada içinde mahsur kaldığımız trenlere kıyasla yüksek hızlı treni beğenmemem, kendimi rüyada yada uzay üssünde gibi hissetmemem mümkün değil. lakin güzergâhın sadece bir bölümünde isminin hakkını verdiğini belirtmeden geçemeyeceğim.
bir de özel sektör eliyle işletilse, kim bilir ne sonuçlar doğurur?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

teyzelerim

uzay merakım

dayımı kaybettik