Seçimler: Kim, kime oy verdi?
24 Haziran için sık sık ‘ilklerin seçimi’ tâbiri kullanıldı. Doğruydu da: Yeni sistemin ilk cumhurbaşkanı, 600 üyeli ilk meclis, cumhurbaşkanlığı
ve parlamento seçimlerinin birlikte yapılması, partiler arası ittifaka izin verilmesi,
sandıkların güvenlik gerekçesiyle taşınabilecek olması, hasta, yaşlı ve engelliler
için gezici sandık uygulaması ve saire.
Bunların içinde beni en çok ‘ittifaklar’ ve ‘seçmenler üzerindeki etkileri’ ilgilendirdi. Öyle ki, aynı ittifak içinde yer alan partilerden
sadece birinin (veya ayrı ayrı alacakları oy oranları toplamının) %10’u geçmesi
hâlinde, ittifaka dâhil bütün partiler barajı geçmiş sayılacağından, küçük
partilerin daha fazla oy alması beklenebilirdi. Sözgelimi, oyu %1-2 bandında
salınan Saadet Partisi’nin…
Partisinin baraja takılacağı endişesiyle önceki seçimlerde Ak Parti’ye yönelen Saadet seçmeni, gönül rahatlığıyla kendi partisine oy
verebilirdi artık. Şu veya bu sebeple Ak Parti’den soğumakla birlikte, sol bir
partiye oy vermek istemeyen mütedeyyin seçmenlerin bir kısmının da Saadet Partisi’ne
kayabileceği düşünülüyordu. Esasen Erdoğan’dan ve Ak Parti’den koparılacak
%1’lik oya ve cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalmasına bile razıydılar.
Saadet Partisi’nin biraz daha yüksek oy almasını, şahsen, ben de bekliyordum. Lâkin beklenen olmadı. Toplumsal hafıza/bilinç devreye
girdi ve Saadet tabanını oluşturan mütedeyyin kesimler, vaktiyle Erbakan’a,
Refah Partisi’ne ve kendilerine kan kusturan sosyolojik yapı ile işbirliğini
reddetti. Kaldı ki eski muhasım, yeni müttefikleri CHP, 28 Şubattaki payından
ötürü henüz (yada hâlâ) ne nedamet getirmiş, ne de özür dilemişti kendilerinden.
İyi Parti’nin kuruluşundan ve estirdiği rüzgârı gördükten sonra, %7-8 bandını aşamayacağını zannettiğim MHP’nin oyunu büyük ölçüde koruması,
bence gayet hayırlı oldu.
MHP’deki oy kaybını önleyenin/dengeleyenin, bir önceki seçimde Ak Parti’ye oy veren seçmenler olduğu kanaatindeyim. Ak Parti’ye büsbütün
küsmeyen, fakat muhtelif nedenlerle mesafeli durmayı tercih eden seçmenlerden
bir kısmının, 15 Temmuz ve sonrasındaki tavrı nedeniyle bu seçimde MHP’yi
desteklediğine şahidim.
MHP ve Bahçeli bu yüzer-gezer oylara elbette güvenemez. Lâkin bir sonraki seçime kadar zaman kazandıkları ve rahatladıkları muhakkak.
Omuzlarındaki bir yükten kurtulmuş oldular. Elbette İyi Parti’den söz ediyorum.
İyi Parti’ye müspet gözle hiç bakmadım. Lâkin siyaset yapmalarını ve mücadelelerini meşru zeminde vermelerini hep destekledim. Gerek
liderinin, gerekse partinin toplumda belli bir karşılığının olduğu görülüyor.
Fakat bu karşılığın abartılmaması gerektiği de ortada. Şahsî oyu, partisinin
altında kalan Akşener sözkonusu iken bilhassa. İyi Parti siyaseten kalıcı mı,
yoksa bu bir rüzgâr mı? Bunu zaman gösterecek.
İktidar partisi yedi puan kaybederken, ana muhalefetin biraz olsun yükselmesi beklenirdi. Tabii normal demokrasilerde. Normal bir demokrasi
olamayışımızın başlıca sebeplerinden birinin ana muhalefet partimiz, yani CHP
olduğuna ise kuşku yok.
Muhalif olmaya ve hep muhalefette kalmaya o kadar teşne ki, iktidar olmak yerine iktidardaki partiyi bloke etmeyi hedefliyor. Esas hüneri,
bu hedefe kendi tabanını da inandırmış olması. O kadar ki, CHP tabanının da
temel motivasyonunu Ak Parti’nin zayıflaması/zayıflatılması ihtimâli oluşturuyor.
Bu hedefe ulaşmak için, icabında başka bir partiye dahi oy verebiliyorlar.
CHP’nin son genel seçimlere göre kaybettiği iki buçuk puanın bir kısmını, parti politikalarından ve yönetiminden duyulan memnuniyetsizlikle
açıklamak mümkün belki. Fakat daha büyük bir kısmı, parlamento aritmetiğini azamî
derecede Ak Parti aleyhine çevirmek için HDP’ye verilen taktik oylarla izah
edilebilir.
Nitekim HDP’nin giremediği bir parlamentoda, Ak Parti otuz-kırk milletvekili daha çıkararak tek başına çoğunluğu ele geçirmekle
kalmayacak, MHP ile birlikte anayasayı değiştirecek güce de erişmiş olacaktı.
Şu an her iki güçten de mahrum.
Ak Parti’ye gelince… Hem oy, hem parlamento çoğunluğunu kaybetse de sandıktan birinci parti olarak çıktı ve en yakın rakibine iki kat
fark attı. Bu bakımdan seçimin tartışmasız galibi. Üstelik, onaltı yılın bütün
yorgunluğuna ve yıpranmışlığına rağmen yaptı bunu.
Lâkin görmek ve göstermek gerek: Artık daha sık ve daha basit hatalar yapıyor. Geri adım atmakta zorlanıyor, hatalarında daha çok
direniyor -Çok yakın iki örnek olarak, meselâ sermaye hareketleri ve faiz konusunda,
UBER konusunda.
Yaptığı hatalar -velev küçük bile olsalar- biriktikçe daha çok dikkat çekiyor, daha büyük tepki topluyor.
O kadar uzun süredir iktidarda ki, seçmenlerden bir kısmı Ak Parti öncesini hatırlamıyor bile. Dolayısıyla, ülkeyi nereden nereye getirdiğini
anlatmakta zorlanıyor. Kısaca zaman, Ak Parti’nin ve Erdoğan’ın aleyhine
işliyor.
HDP ile ilgili değerlendirmemi başka bir yazıya sakladım. Ancak şu kadarını söyleyebilirim: HDP’nin oy kaybederek de olsa Meclis’e
girmesini önemsiyorum.
Asıl önemsediğim ve anlamlı bulduğum ise, HDP’nin Meclis’e oy kaybederek girmiş olması.
İki cümle arasındaki fark, bir sonraki yazının konusunu oluşturuyor.
27 Haziran 2018'de Hürfikirler'de yayınlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder