alışkanlık yaratmak

Bu yazıda, 2006 yılının ilk aylarına tekabül eden soğuk bir kış akşamında aldığım bir gazetenin ilavesi olarak cüz’i bir fiyata dağıtılan bir kitaptan bahsetmek istiyorum sizlere. George S. Clason’un “Babil’in Kervan Taciri” adlı kitabından…
Hikâye bu ya; hayata aynı kulvardan atılan üç arkadaştan ikisinin hâli ortada iken, zaman üçüncünün lehine işlemiş ve onu Babil’in en zengin adamı hâline getirmiş.
‘Biz neden başaramadık, o nasıl başardı’ diye tartıştıklarına göre, başarının tek ölçüsünün para olduğu yanılgısı, demek o devirde hâkimmiş.
İki arkadaş dayanamayıp “zengin olmayı nasıl başardın” diye sormaya karar veriyorlar. Bunun üzerine kervan tâciri, anlatmaya başlıyor. Kitabın konusunu da bu hâtıralar oluşturuyor zaten.
“Delikanlılık çağında karşılaştığım bir bilgeden aldığım öğüdü tutmaya karar verdiğim gün hayatım değişmeye başladı” diyerek sözlerine başlıyor kervan tâciri.
Bana, içi çakıl taşlarıyla dolu bir heybe veren bilge, nehrin iki yakasını birleştiren köprüyü işaret ederek “her akşam aynı saatte bu taşlardan birini nehre atacak, heybendeki taşlar bitince yanıma geleceksin” dedi ve uyardı:
”Taşların tamamını tek seferde atabilir yada köprüye birkaç günde bir uğrayarak gitmediğin gün sayısı kadar taş atabilirsin. Keza taşları sadece akşam üzeri değil, günün farklı saatlerinde de atabilirsin.
Amaç heybedeki taşları bitirmek olsa idi, hepsi aynı kapıya çıkardı. Fakat önemli olan her akşam, belli bir amaç için belli bir yerde olman”
Heybesindeki taşlar bittiğinde yanına gittiği bilgeden aldığı öğüt ise şu oluyor: “İnsanı başarıya götüren şey, aynı amaç için az da olsa sürekli gayret sarfetmektir”
Bence de doğru bir tespit!..
Peki ama anne-babalarımız, öğretmenlerimiz yada diğer büyüklerimiz söyleyince itici ve saçma gelen bu gibi şeyler, kişisel gelişim hikâyeleri yada bilgelerin öğüdü gibi ambalajlar altında sunulunca niye bu kadar çekici geliyor?
Bütün öğrencilik yıllarımızda ısrarla bize “hergün biraz çalış ki, sınavdan önceki gece uykusuz kalmayasın” denildiğini ne çabuk unuttuk?
Hemen hepimiz “ibadetin, az da olsa devamlı yapılanı makbuldür” diyen bir dinin mensupları değil miyiz?
Modernizmin o kadar esiri olmuş yada etkisinde kalmışız ki zarfa bakmaktan, mazrufu çoğu zaman göremiyor, görsek de inanmak istemiyoruz.
Aradığımız bilgeler aslında çok yakınımızda; aramızda, hatta içimizde…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

teyzelerim

uzay merakım

dayımı kaybettik