plütonda
vakit öğle veya öğleye yakın olmalı ki güneş tepemizde. bulutsuz bir gökyüzünde ve en tepede parlarken dahi terletmediğine göre. mevsim de bahar. nerede olduğuma dair en ufak bir fikrim yok. basmamaya dikkat ettiğim çiçekler ve kahverengi gövdeleriyle çok uzaklarda bir yerde arz-ı endam eden birkaç ağaç da olmasa, ucu bucağı görünmeyen çayırlarla kaplı bir yer burası. arazi o kadar engebesiz ve tekdüze ki, ne kadar yürürse yürüsün hiç ilerlemediğini düşünüyor insan. ne nerede olduğumu biliyordum, ne de yol gösterecek biri vardı etrafımda. bu uçsuz bucaksız ve ıssız cennette, çaresizlik içinde, tek başına ve şaşkındım. kâh yürüyüp kâh koşarak ne kadar ilerledim bilmiyorum, geniş yaylar çizerek düzlüğü yaran bir dere kenarında buldum kendimi. suyu pırıl pırıl, tabanı parlak ve yassı taşlarla kaplıydı. derinliği ise bir karışı geçmiyordu. elimi suya daldırdım ve o yassı, beyaz, parlak taşlardan birini çıkardım. üzerinde yanıp sönen kırmızı ışık kürecikleri vardı. zerre büyüklüğ...