babaannem
Babamın babası, henüz ben dört yaşında iken ölmüş. Hayal meyal hatırlıyorum. Yahut o kadar çok anlattılar ki, hatırladığımı sanıyorum.
Annemin annesini ve babasını görmediğimden, birinci derece aile büyüklerinden sadece babaannemi tanıdım. Uzun yıllar aynı evde yaşadık hem de.
Okuma-yazma bilmediği
halde saati, çarpım tablosunu, ileriye ve geriye doğru üçer-beşer-yedişer
saymayı bilir, paraları tanırdı. Piştisinden papaz kaçtısına kadar muhtelif
iskambil oyunlarını babama ve halalarıma o öğretmiş.
Onu en çok sırtüstü
yatıp, hayalî bir bisikletin pedallarını çevirirken yada oturduğu koltukta
ileri-geri bacak hareketleri yaparken hatırlıyorum. Yetmişini geçtiği halde
abdest alırken ayağını bir çırpıda lavaboya kaldırabilecek kadar çevik olmasını
muhtemelen bu kültür-fizik hareketlerine borçluydu.
Beslenmesine
çok dikkat ederdi. Doktor yasakladı diye yıllarca ağızına tuz sürmedi. Sonraki
yıllarda tansiyonu düşmeye başlayınca tuz diyetini gevşetti.
‘İlimon duzu’yla
karıştırdığı sirkeye banıp yediği balıkları, Çekerek Çayı’nın bol kılçıklı
sazanları (babaannemin tâbiriyle in
balıkları) ile mukayese eder ve ‘bunlarda o tad yok’ deyip dururdu.
Yavaş mı kılardı, uzun
mu kılardı, yoksa hem yavaş hem uzun mu kılardı bilmem; fakat bilhassa Ramazan
ayında ve sahurdan sonra kıldığı namazların sonu bir türlü gelmezdi. Dediğine
göre kaza namazı kılıyormuş. Tan yeri ağarana dek süren bu maratona, kendisiyle
yarıştığımdan haberi olmadan bazen ben de katılır, fakat çabuk pes ederdim. Ne
de olsa ertesi gün okul vardı; onun gibi işsiz-güçsüz değildim ya…
Birinci Körfez Savaşı’nın başladığı gece, adını ilk kez duyduğum bir Amerikan televizyonunun (CNN) muhabiri Bağdat’ın nasıl bombalandığını telefonla bütün dünyaya anlatıyordu. CNN’in canlı yayınını ‘tuhaf ve ritimli’ bir tonlama ile Türkçeye çeviren tercümanlar sayesinde savaşın gidişatı hakkında anlık bilgiler alıyorduk. TRT’nin yirmidört saat esasına göre yayın yapmaya henüz başladığı günlerdi. Bu saydıklarımın ne kadar muazzam yenilikler olduğunu o günleri yaşamayanlar bilmez, tahmin bile edemez.
Babaanem |
Sabaha kadar süren o ilk yayınları ‘yarın okula gideceksin’ diye doya doya seyrettirmedi bana. Ne okulu babaanne, savaş var savaş; hem de naklen savaş! desem de, dinletemedim. Girip çıkıp söylendi ve bütün keyfimi kaçırdı.
R ve L harfi ile başlayan kelimeleri, önüne bir ‘i’ koymadan telaffuz edemezdi: lâzım-ilâzım, limon-ilimon, rezil-irezil, rânâ-irânâ (komşumuzun adıydı) gibi. Telaffuzundaki bu yanlışları düzeltmek kardeşimle bana müthiş keyif verirdi.
Sabahları ilk işim, gece gördüğüm rüyayı anlatmak için yanına gitmek olurdu. Bilâ-istisna her seferinde “Ürüyan köpek, sen köpek. Anlat bakalım yine ne gördün?” der ve yanına oturturdu.
Rüyamı niye köpeğe benzettiğini sormak hiç aklıma gelmedi. Yıllar sonra babamın anlattığına göre, küçüklüğünde onun da rüyalarını dinleyen biri varmış. Ürüya gördüm diye ne zaman yanına gitse, bu sözle karşılarmış onu.
Babaannem, halalarımdan ikisi, torunlarından üçü (ben yokum) |
Öldüğü yılın yazında, İzmir’de
toplanmıştık. Gözünün iyi görmediğini ilk o zaman fark ettik. İki göze de ileri
derecede katarakt teşhisi konuldu, ameliyat için gün verdiler. Önce ilki, bir zaman
sonra ikincisi alındı.
Kataraktlardan
kurtulunca, gözüm ışıdı demiş
doktora. Doktor, yeniden evlenebilecek
kadar gençleştin diye takılınca, gülmüş. Belli ki niyetin var diye takılmaya devam etmiş bizimkiler.
İzmir’de bile kat kat
giyerdi babaanem. Yanmıyor musun babaanne,
diye sormuştum bir yaz günü. Böyle giyinmese kendini çıplak hissedermiş.
Eniştemin vefatından sonra
Tokat’taki halamın yanına taşınmış, doğduğu büyüdüğü topraklarda yaşamaya
başlamıştı.
Son gelişinde İzmir’de, yanında kalmak istediğini söylemiş anneme.
Ama hem hava sıcakmış, hem de giyeceklerinin tamamını getirmemiş. Gerisini,
annem anlatıyor:
- Hiç gitme anne, dedim,
eşyalarını getirtir, hatta yenilerini alırız. Burası senin evin. Çok ısrar ettiyse
de kalmamış.
- Yok, demiş, şimdi ben gideyim,
havalar serinleyince dönerim. Ondan sonra inşallah temelli buradayım.
Ömrü ne havaların
soğumasına, ne de İzmir’e, annemlerin yanına dönmeye vefa etti. Gittikten bir
ay kadar sonra bir gece rahatsızlanmış. Galiba yüksek tansiyon. Hastanede
müşahede altında iken kötüleşmiş. Sonra da komaya girmiş.
Gittiğimizde yoğun
bakımda idi. Bütün çocukları, gelini, damatları ve torunları, hepimiz
oradaydık. Geldiğimizi anladı mı, pek şüpheli. Bir hafta kadar sonra vefat
etti.
Memlekette
ölürsem Kemal’in (kocası/dedem) yanına gömün beni, diye vasiyet
etmişti. Uzakta, gurbette ölürse oraya-buraya taşımayacak, nerede ölmüşse oraya
defnedecektik.
Dedem 55 km ötede, ilçedeki
eski mezarlıkta yatıyordu. Bir soğuk hava aracı ve beş-on araçlık bir konvoyla
naaşı ilçeye götürdük.
Bir zamanlar oturduğumuz
evin önüne çektiğimiz araçları ‘trafiği tıkamayın’ anonsu yaparak kaldırmamızı
isteyen bir polis arabası geçti. Önce şaşırdım, sonra gülümsedim. Tek sıra
halinde park eden konvoyumuz dışında ortada ne bir araç, ne de trafik vardı
çünkü. Bakmayın sonradan ilçe olduğuna, adının değiştiğine, trafik polisi
geldiğine. Bizim nazarımızda büyükçe bir kasaba, dilimizde hâlâ Musaköy’dü orası.
Akrabalarımızdan ve eski
komşularımızdan kimisi evini, kimisi bahçesini açtı. Taziyeleri kabul ettikten
sonra, dedemin yanıbaşına yerleştirdik babaannemi. Başuçlarında kardeşimin
yıllar önce diktiği ağaç, kocaman olmuş.
Kaybolmaya yüz tutmuş mezarlar
arasında gezerken, buradaki tanıdıklarımın sokaktakilerden daha fazla olduğunu teessürle
fark ettim: Yaşlanıyordum.
Rüyalarımı anlatmaya
başlamadan önce, ürüyalarımın ilk ve en büyük dinleyicisi olan babaannemi
anmadan edemedim. Nur içinde yatsın. Ne çok özlemişim onu!..
Not: Daha önce bu
duvarda yayınlanan yazının birkaç küçük değişiklikle, babaannemin vefatının
onuncu yıldönümü olan 18 Eylül 2019'da Hür Fikirler'de yayınlanmış hâli.
Benimde babannem olduğundan bende bir şeyler eklemek istiyorum. Her gün sabah namazına kalkar namazdan sonra küçük bahçemizin işleriyle uğraşırdı. Namazı televizyona çapraz biçimde kılardı tv yi kapatmamızı istemezdi göz ucuyla izliyor derlerdi. Ben abime göre birazcık daha yaramazdım bana sapan yaparken yardım eder vurduğum kuşları pişirmekte suç ortaklığı yapardı.
YanıtlaSilEn azından bizim aileden son konuşan bendim hastaneye girmeden önce konuştuk. Sapasağlam olduğundan hastaneye yatışına çokşaşırmıştım. Bir şey yok oğlum diye teselli etmişti sonraki görüşümde yoğun bakımdaydı. En büyük isteği evlenme çağında olan abim yada benim evlendiğimizi görmekti kısmet olmadı.
Allah rahmet eylesin nur içinde yatsın.