çözüm süreci ve rasyonale dönüş
Bu yıl ülke genelinde
yaşanan elektrik kesintisi sayesinde, teknolojinin henüz bizi esir almadığı bir
dönemin şartlarına üç-beş saatliğine de olsa geri döndük. Bu küçük deneyde fark
ettim ki, şartların (vasatın) değişmesi davranış kodlarını hemen değiştirmiyor.
Elektriğin kesilmesiyle
devre dışı kalan baz istasyonları yüzünden yaşanan yoğunluk, insanların sudan
sebeplerle de olsa birbirini aramasına mani olmayınca şebekeler tamamen
kilitlendi ve nispî bir ‘kaos’ ortamı oluştu. Bu esnada yapılan sonuçsuz
aramalar, bataryaları tüketmekten başka bir işe yaramıyordu. Halbuki
elektrikler hâlâ kesikti ve ne zaman geleceği bilinmiyordu.
7 Haziran seçimlerinin,
kimilerine göre kaos ve istikrarsızlık anlamına gelen sonuçlarını okurken, bu örneği
hatırlamakta yarar var.
Onüç yıllık tek parti
iktidarının gerek siyasette, gerekse zihinlerde yarattığı konforun son bulması
hemen her kesimde şok etkisi yarattı ve rasyonalite kaybına yol açtı. Uzun bir
zamandır tek başına kullandığı iktidar yetkisini kaybeden Ak Parti de, başta
HDP olmak üzere onu her türlü kötülüğün kaynağı ve baş müsebbibi olarak gören diğer
Ak Parti karşıtları da bu şoktan nasibini aldı.
Ak Parti’nin seçimlerden
bir süre önce başlayan (ve hâlâ devam eden) en büyük hatası, HDP’e kayması muhtemel
oyları, milliyetçi-muhafazakâr seçmenlerden gelecek oylarla dengelemek istemesiydi.
Çözüm sürecini geri plana iten bu yanlış stratejinin etkisiyle negatif bir
seçim kampanyası yürüttü ve HDP’nin desteklenmemesi, hatta baraj altı bırakılması
için seçmenlere açık çağrıda bulundu. Bu çağrı halktan karşılık bulmadığı gibi,
çözüm sürecinin muhatapları arasında ciddî bir gerilime ve güven kaybına yol
açtı. Ak Parti seçim sürecinde düştüğü bu hataya PKK’nın eylemleri üzerinden haklılık
kazandırmaya çalışmakla, bence yine hata yapıyor. Endişem, seçim dönemiyle
sınırlı kalacağını düşündüğüm/umduğum bu politikanın kalıcılaşması ve süreci
esir alması.
Baraj altında kalması
halinde ne tür sivil itaatsizlik eylemleri yapmayı planlayacak kadar bu
ihtimali göz önünde bulunduran HDP, seçimlerden son derece başarılı bir sonuçla
çıktı. HDP %9,99 oy alsa ve parlamentoya giremeseydi de bu kanaatim değişmezdi.
Ancak, kimileri için arzuya şâyân olsa da, matematiksel olarak Ak Parti’nin tek
başına iktidara gelmesi anlamını taşıyan bu tabloyu ne etik açıdan doğru, ne de
hayırlı bulurum. Zira yüksek seçim barajı nedeniyle parlamento dışı kalmış veya
yasaklanmış bir Kürt siyasal hareketi, terörü besleyen, ona moral destek ve
motivasyon sağlayan en büyük kaynak olmaya her zaman adaydır.
Böyle bir durumda iç ve
dış basında çıkacak haber ve başlıkları şimdiden görür gibiyim: Anti demokratik
Türkiye, Erdoğan diktatörlüğü, ezilen, bastırılan ve yok edilmeye çalışılan
Kürt hareketi, ‘bu ülkede bize hayat ve siyaset hakkı yok’ feryatları, dünyanın
önde gelen ajanslarına verilmek üzere hazırlanan demeçler, serhildan ve sivil
itaatsizlik çağrıları vs. Çatışmasızlık ortamını bitirmek, bunu yaparken yurt,
bölge ve dünya kamuoyunu kendi mağduriyetine ve haklılığına ikna etmekte
kullanılabilecek yığınla gerekçe.
Bütün bu olumsuzlukların
önüne geçmenin, iç barışı ve demokrasiye olan inancı korumanın en büyük
teminatı HDP’nin parlamento içindeki mevcudiyeti ve güçlü temsil kabiliyeti.
Evet, fiilî ateşkes (çatışmasızlık
hâli) PKK tarafından bozuldu. Devletin orantısız karşılık vermesi, devlet erkânının
soğukkanlılığa sığmayan açıklamaları, HDP’nin terörü kınamada ve PKK ile arasına
mesafe koymadaki mahçup hali. Bütün bunlar çözüm sürecinin geleceğiyle ilgili umut
vadetmiyor. Fakat hiçbirşey geri dönülemez noktada değil.
Aktörlerin, yeni dönemin
şartlarına uyum sağlamak için zamana ihtiyaç duyduğu bu anda, mühim olan,
diyalog kanalları yeniden açılana kadar silahların susması, yeni kayıpların
önlenmesi ve telafisi zor adımlar atılmaması.
Çözümün talibinin de,
sürecin sahibinin de halk olduğunu bilmek ve çözümle ilgili toplumsal desteğin
devam ettiğini görmek bir nebze içimizi rahatlatıyor.
*/ *
7 Ağustos 2015'te Yeni Söz gazetesinde yayınlanmıştı. Nereden nereye...
Yorumlar
Yorum Gönder