İnternet ve İfade Özgürlüğü: Müstear İsimler

Aristo, insanı ‘konuşan hayvan’ olarak tanımlamış. Descartes ise ‘düşünüyorum, öyleyse varım’ demiş. Hangisi daha haklı?
Düşünce ve ifade, insanı diğer canlılardan ayıran iki ana özellik. Lakin ifade safhasına geçemeyen düşünce özgürlüğünün pratikte anlam taşımadığı kanaatindeyim. Bu nedenle, sol çevrelerin pek rağbet ettiği ‘düşünce özgürlüğü’ yanlış bir kavramlaştırma. Aklî melekelerimiz yerinde ise, düşünmekte zaten özgürüz. Önemli olan, düşündüğümüzü özgürce ifade edebilmek; yani ifade özgürlüğü.
Tek başımıza yaşasa idik, ifade özgürlüğüne ihtiyacımız yoktu. Bizi kısıtlayacak ve ifade imkânından mahrum bırakacak kimselerin olmadığı bir ortamda, böyle bir sorunumuz da olmayacaktı. Bir başka deyişle ifade özgürlüğü, sosyal bir çevrenin parçası olduğumuzda anlam ve önem kazanıyor.
Aristo sadece konuşmaktan bahsetse de, kendimizi yazılı, fiilî veya görsel olarak da ifade edebiliriz. Kitap yazmak, resim yapmak, heykel yontmak, tribünde A takımı taraftarlarına ayrılan bölüme oturmak, yakasında parti rozeti taşımak, başörtüsü takmak... bireyin kendini farklı biçimlerde ve muhtelif araçlarla ifade biçimi olup, hepsi ifade özgürlüğüne girer.
Bazen birşeyi yapmamak da ifade özgürlüğüne girebilir. Erdoğan’ın frak giymeyi ve papyon takmayı reddetmesi, seçmenlerin oy vermeye gitmemesi gibi. Kelime anlamına (ifade) tezat oluştursa da, belli bir konuda görüş beyan etmemek ve suskun kalmak da bu çerçevede mütalâa edilebilir. Öyle ki insanları belli bir konu ve vakayla ilgili fikrini açıklamaya veya tepki göstermeye zorlamak, çoğu zaman liberallerin de gözden kaçırdığı bir özgürlük ihlalidir. İhlalin derecesi, görüş beyanına zorladığımız kişi, konu ve vaka sayısı nispetinde artar.
İnternet ve ifade özgürlüğü
İnternetin başlıca muhabere ve etkileşim alanı olması, bir yandan haber ve ma-lumat toplamayı kolaylaştırdı, bir yandan da bilgi kirliliğini artırdı. Haberi ve malumatı sadece toplamak değil, yaymak da kolaylaştı çünkü.
Bu kolaylık, sahaya çok sayıda yeni oyuncunun girmesine yol açtı. Girenlerin çoğu işinin ehli (uzmanı) olmadığı gibi, bir kısmı iyiniyetli de değildi. Ne var ki yanlış ve yanıltıcı haberler, tarafgir yorumlar, haksızlık, iftira ve benzeri sorunlar eski (geleneksel) yayıncılıkta da vardı. Aradaki fark, az sayıda ve adı-sanı-adresi belli kişilerce yürütüldüğü dönemlerde neşriyatın hem toplumun manevî hem hukukun maddî denetimine daha fazla tâbi olmasında idi.
İnternetle birlikte ortaya çıkan yeni tip yayıncılık, takip edilemeyecek kadar çok merkezden yürütülüyor ve muazzam miktarda bilgi, veri, haber, malumat ve yorumla işleniyor. Bu nedenle denetimi daha zor. Ancak bu zorluk, ahlakî veya hukukî olmaktan ziyade teknik bir mesele. Yayın sayısı artarken, mevzuata ve ahlakî değerlere riayet etmemenin maliyetinin düşmüş olması, internet mecrasında işlenen ayıp ve hataların sayısını katlayarak artırıyor. Bu artıştan yola çıkarak “eskiden ahlakî değerler daha önemliydi” diyenler fazla naif davranıyor.
Devletler ve internet
Devletler güçlü olmayı sever ve herhangi bir konuda zemin kaybına uğrarsa telafi etmek ister. Bu, internet söz konusu olduğunda da böyle.
İnternetin yol açtığı birtakım hak ihlalleri, onu (interneti) kontrol altında tutmak isteyen devletlere aradığı bahaneyi sunuyor. Devletin interneti kontrol altına alma çabası, sivil özgürlükler içinde sanıyorum en çok ifade özgürlüğünü haleldar ediyor.
Aldıkları veya alabilecekleri tedbirler farklılık gösterse de, özünde bütün devletler sivil özgürlüklere birer tehdittir. Bu tehditten internet ve ifade özgürlüğü de nasibini alıyor. Öyle ki totaliter yönetimler interneti tamamen yasaklarken, otoriter yönetimler kısıtlamayı, liberal veya nispeten liberal yönetimler ise gerektiğinde müdahale etmek üzere takip altında tutmayı tercih ediyorlar. Ülkemizdeki durumun farklı olduğunu veya olacağını düşünmüyorum.
İnternet kullanımının yaygınlaşması ifade özgürlüğünü genişletse de, Türkiye bu hususta hâlâ yol alması gereken bir ülke. FETÖ ve PKK gibi terör örgütlerinin propaganda faaliyetlerinin önüne geçmek, bu örgütlerin devlet ve toplum içindeki uzantılarını ele geçirmek isteyen devletin, bazı internet sitelerini, facebook ve twitter hesaplarını hem engellemek hem gözetim altında tutmak için makul sebepleri var. Ancak yıllarca erişime kapatılan wikipedia örneğinde olduğu gibi makuliyet sınırını aşan uygulamalar da söz konusu.
Terörle mücadele gibi makul addedilebilecek sebeplerden ötürü interneti daha sıkı denetime tâbi tutmaya karar vererek IP ve içerik kontrolü, facebook, twitter, youtube ve benzeri platformlarda açılan hesapların TC kimlik numarası ile ilişkilendirilmesi gibi birtakım tedbirler alma yoluna gittiğini varsaysak bile, bu tür platformların genellikle yurt dışında olması, isim ve adres değiştirebilmesi, alternatiflerinin olması veya kolayca kurulabilmesi, ihtilaf vukuunda ilgili ülke hükümetleriyle yürütülecek yazışmaların zaman alması ve en nihayet ülkeler arasındaki mevzuat ve içtihat farkı gibi faktörler bu tedbirleri ok büyük ölçüde boşa çıkarıyor.
İnternetteki gezinti, merak ve faaliyetlerimizin peşinde sadece devletler değil şirketler de koşar. Kâh işletim sistemlerine gömdükleri özellikler, kâh ziyaret ettiğimiz sitelerden yollanan çerezler marifetiyle bizi takip eden şirketler, merak ve ilgi alanlarımızla mütenasip ürünler sunarak satışlarını artırmak isterler. İnternet üzerindeki devlet gözetimi, aynı gözetimin şahıslar veya şirketler tarafından yapılmasına kıyasla daha büyük bir tehdit ve özgürlük ihlalidir.
Devletler bu ihlali meşrulaştırmak için genellikle güvenlik kaygılarını veya üçüncü kişilerin hukukunu öne sürseler de, alınan tedbirler çoğu zaman orantısızdır ve maksadı hasıl etmekten ziyade Orwell’in 1984’üne, Hobbes’un Leviathan’ına veya Mises’in işaret ettiği kadir-i mutlak devlet tehlikesine yol açmaya daha müncerdir. Öyle ki bu kadar büyük bir gücün tek elde (devlette) toplanması, esasen devleti değil onun namına hareket eden küçük bir azınlığı (hükümet üyelerini, partilileri ve bürokratları) güçlendirir. Lord Acton’un bahsettiği türden bir yozlaşmaya giden yoldur bu. İyi niyetle döşense de, menzili cehennemdir.
Müstear adlar ve hesaplar
Devletler interneti takip etmenin yollarını nasıl arıyorsa, bireyler de muhtelif yollarla bu takipten kurtulmaya çalışır. Değişken IP adresi ve müstear ad kullanımı ilk etapta aklıma gelenler.
Müstear (takma) ad kullanımına bilhassa twitter’da daha sık rastlıyoruz. Bu hesapların bir kısmı ‘takip amaçlı’ (pasif) açılmış. Bir kısmı ise hararetli tartışmalara giriyor, racon kesiyor, ayar veriyor, hakaret ediyor. Bazıları birlikte hareket ediyor. Bu anonim (isimsiz) hesapların bir kısmının, Gezi parkı eylemleri ve 17/15 Aralık ve 15 Temmuz sürecinde kullanıldığına da şahit olduk.
Öte yandan müstear isim kullanmak, normal şartlarda (yüzü kızarmadan) söyleyemeyeceği şeyleri söyleme cüreti veriyor insana. Kişisel ilişkilerini tahrip etmeden, âdâb-ı muaşeret kurallarının dışına çıkabiliyorlar. Müstear isimle twitter’dan kendisine küfreden biriyle arkadaşlığını sürdüren kaç kişi vardır kim bilir?
Twitter’da (veya internette) takma ad kullanan hesap sahiplerinin ahlaksız veya kötü niyetli olduğunu iddia etmiyorum. Ancak bu tür kimliği belirsiz (anonim) hesapların kötü niyetli kullanıma daha açık olduğu aşikâr.
Bu noktada ‘internette takma isim ve lakaplar kullanılmasına ve görüş açıklamasında bulunulmasına izin vermeli mi’ sorusu karşımıza çıkıyor. Bu soruya ciddiyetle cevap vermeyi düşünenler, evvelâ herhangi bir konuda görüş beyan edebilmek için devletten izin almaya gerek olup olmadığına da açıklık getirmeliler.
Madalyonun bir de diğer yüzü var. Takma adla açılan hesaplar yolsuzluk, çete ve cunta yapılanmalarının ifşasında hayatî roller üstlenebilir, başka türlü ulaşma şansımızın olmadığı bilgi ve belgelerin ortaya dökülmesini sağlayabilir. İçeriden bilgi ve belge sızdırılması kapalı yapıların, otoriter ve totaliter rejimlerin, suç ve yolsuzluk şebekelerinin çökertilmesinde hayatî önem taşır. Bu bilgi ve belgelerin ifşa yollarından birisi, hatta başlıcası anonim hesaplardır. Anonim hesapların yasaklanması, bu yapılarla mücadelede hayatî ehemmiyeti haiz araçlardan birinden mahrum kalmamız anlamına gelecektir.
Müstear isimle açılan hesapların yasaklanmasını istemek yerine internette, bil-hassa twitter ve benzeri platformlarda müstear isim kullananları takip etmemeye, muhatap almamaya çalışıyorum.
Üstelik bunu ‘müstear isim kullanmanın faydaları’ bahsinde özetlediğim kâr/zarar hesabıyla yapmıyorum. Takma ad kullanmanın hiçbir faydası olmasa bile, anonim hesapların kapatılmasına (yahut açılmasının engellenmesine) karşı çıkardım. Bir insanın gerçek adını gizleyerek dahi olsa görüşünü açıklaması, açıklamamasından (kim bilir, belki başka türlü açıklayamamasından) daha önemli değil mi?
Samet Kuşçu
Kendinizi 1957 yılında Menderes’e darbe hazırlığı yapıldığı ihbarında bulunan Yüzbaşı Samet Kuşçu’nun yerine koyun bir de. İhbar ettiğiniz subaylar beraat etmiş, siz hapse atılmışsınız.
Çok değil iki yıl sonra, ihbar ettiğiniz subaylar darbe yapmış. Korumaya çalıştığınız Başbakanı önce devirmiş, sonra asmışlar.
Menderes vaktiyle size inanmamanın, sahip çıkmamanın cezasını canıyla ödemiş. Siz hapse girmiş ve ordudan atılmışsınız.
Bütün bunları duyduktan sonra, Samet Kuşçu’nun devrinde twitter olsaydı, ihbar mektubunu gerçek adıyla yayınlamasını yine de öğütler miydiniz ona?
İstemiyorsak takip etmeyelim, muhatap almayalım.
Ama bir tek kişinin bile canının yanmamasını sağlayacaksa, varsın anonim hesaplar açık kalsın.
Başka türlü açıklama imkânı bulamadığı düşüncesini, takma bir adla dile getirebildiğini söyleyen (bu, doğru olmasa bile) bir tek kişi varsa, varsın anonim hesaplar açık kalsın.
Kötülük, anonim hesapları çirkin emellerine ve ahlâkına âlet edenlerin olsun.
22 Mayıs 2020'de Hür Fikirler'de yayınlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

teyzelerim

ibişin rüyası

uzay merakım