doktordan neyim eksik?

Önümdeki koltukta oturan iki hanımdan konuşmayı daha çok seveni diğerine diyordu ki:
- Doktorun da iki gözü var, benim de. Onun da iki kulağı, bir burnu var, benim de. O da iki kap yemekle doyuyor, ben de. Onun da bir eve ihtiyacı var, benim de. Onun çocuğu varsa, benim de var. Hem de okuyor. İhtiyaçlarımız aynıyken gelirimiz niye farklı olsun? Benim doktordan neyim eksik?
İhtiyaçlarımız eşit mi ki?
Bu soruya ancak büyük genellemeler yaparak ‘evet’ cevabı verilebilir. Öyle ki barınma, beslenme ve giyinme gibi temel ihtiyaçlar bakımından eşit olsak da, bu ihtiyaçların nerede, ne zaman ve ne şekilde karşılanacağında anlaşamayız. Sözgelimi, barınma sorununu bir yalı veya köşkte oturarak da çözebiliriz, lüks veya mütevazi bir apartman dairesiyle de. Nerede barınacağım sorusuna verilecek her farklı cevap bir eşitsizlik üreteceğinden, evvelâ seçenek sayısının azaltılması gerekir.
Yalı ve köşk sayısının azlığı dikkate alınacak olursa, barınma meselesinde eşitliği tesis etmenin en kolay ve makul yolu, herkesi bir apartman dairesine yerleştirmek gibi görünüyor. Lâkin bu defa da başka bir sorun çıkar karşımıza: Apartmanların bir kısmı merkezî muhitlerde, bir kısmı şehre uzak. Merkezî muhitlerde kim oturacak, çeperde kim? Kim, hangi katta oturacak? Güneş gören ve görmeyen daireler, yalıtımlılar ve yalıtımsızlar… derken bir sürü ayrıntıyı tek tek düşünmek ve planlamak gerekecek. Amacımız tam bir eşitlikse, bütün ayrıntılar önemli.
Bunlar, sadece ‘barınma’ başlığında karşımıza çıkan sorunlar. Beslenme ve giyinme gibi temel ihtiyaçlarımızın da eşitlik düsturuyla karşılanmaya çalışılması, işi daha da karıştırır. Diğer (daha alt düzey) ihtiyaçların da devreye girmesi ise içinden çıkılmaz bir hâle getirir.
Hayatın her alanını eşitlikçi bir anlayışla düzenlemeye kalkmak, insanları bu yeni (eşitlikçi) düzene uymaya zorlayacak bir gücün varlığını gerektirir; yani devletin. Devlet mutasavver (soyut) bir varlık olduğundan, onun adına bu gücü hükümet, partililer ve bürokratlar kullanır. Yazının başında bahsettiğim hanımın hayali gerçekleşmiş olsa, günümüz Türkiyesinde bütün bu kararlar Erdoğan ve Ak Parti kadroları tarafından alınmaya başlanacak. Sol görüşlü olduğunu sandığım o hanım, buna hazır ve razı mı?
Kendi dünya görüşü dışında birinin iktidara gelme ihtimalini (riskini!) ortadan kaldırmadan bu soruya müspet cevap verilemez. Bu ise, kendi fikri ve programı dışındaki bütün fikir teşekküllerini siyaset meydanından dışlayan otoriter bir rejimle mümkündür. Eşitlik ısrarı arttıkça rejimin rengi otoriterlikten totaliterliğe doğru kayacaktır.
Ara çözümler mümkün mü?
Elbette herşey bu kadar uç noktalarda seyretmeyebilir. Vatandaşlarının daha eşit şartlarda hayat sürmesini isteyen hükümetler, yaptığı işe bakılmaksızın bütün çalışanların aynı maaşı almasını öngören yasal düzenlemeler yaparak daha dolaylı müdahalelerde bulunabilir.
Meselâ bir kanun veya kararname ile, her kademedeki kamu çalışanının maaşı en yüksek devlet memuru maaşına yükseltilebilir. Ne var ki bu durum, kamu ve özel sektör çalışanları arasındaki ücret makasının açılmasına sebep olur. Eşitliği sağlamak için yeni ve daha güçlü müdahalelerde bulunulması gerekecektir.
Bu müdahalelerden ilki, asgari ücreti en yüksek devlet memuru maaşına yükseltmektir. Böylece kamu ve özel sektör çalışanları, aynı maaşı almaya başlar. Ücretler eşitlenmekle kalmamış, yükselmiştir de!..
Ücret hadlerindeki artışın yol açacağı işsizliği önlemek isteyen hükümetin -hangi hükümet bunu istemez ki?- bir sonraki hamlesi, işverenlerin sırtına binen bu (ilâve) yükün bütçeden karşılanacağını ilan etmek ve/veya kamuda istihdam seferberliği başlatmak olmalıdır. Her ikisi de vergi mükelleflerinin sırtına yeni ve büyük yükler bindirir.
Radikal çözüm
Ücret eşitsizliğini ortadan kaldırmanın daha kestirme ve en radikal yolu, çalışma çağındaki herkesi devlet memuru yapmak ve hepsine aynı ücreti ödemektir. Böyle bir ekonomide, çalışanlarına yüksek ücretler ödemeyi göze alabilen az sayıdaki patron ile bakkal, manav, ayakkabı tamircisi, kahveci gibi kendi kas gücüyle çalışanlar dışında herkes devlet memuru olur.
Özel sektörü neredeyse yok edilmiş bir ekonomiden vergi toplamak mümkün olmayacağından, gerek bütçeye gelir temin etmek ve istihdam yaratmak, gerekse vaktiyle özel sektörün sunduğu hizmetleri arz etmek üzere her alanda kamu girişimciliğine başvurulur. Devletle rekabet edemeyen özel sektörün son temsilcilerinin kepenk kapatmasıyla ekonomi tamamen devletin kontrolüne geçer. Bunun adı sosyalizmdir.
Kanun önünde eşitlik dışında her kim eşitlikten fazlaca söz ediyorsa, bilin ki ya sosyalist veya sosyalizmin tesiri altında kalan tiplerdir (anti kapitalist Müslümanlar gibi).
6 Kasım 2020'de Hür Fikirler'de yayınlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

teyzelerim

ibişin rüyası

uzay merakım