tam kapanmaya karşıyım
Son
bir yıl, salgınla topyekûn mücadeleyle geçti. Dünyanın diğer bölgelerinde olduğu
gibi, ülkemizde yürütülen mücadelenin ön safında da hükümet vardı. Aldığı tedbirleri
kimi zaman yetersiz, kimi zaman orantısız bulduk. Kimimiz karar almakta geciktiğini,
kimimiz acele ettiğini düşündü. Velhasıl eleştirecek bir yan hep vardı. Hükümetin
bugüne kadar aldığı tedbirlerin en serti ve kapsamlısı olan kapanma kararı da eleştirilmeyi
fazlasıyla hak ediyor. En iyi tarafı, diğer ülkelere kıyasla çok daha sürecek
bir kapanmayı öngörüyor oluşu.
Kapanmayı kimler destekliyor?
Salgının
yükünü en çok çeken sağlık çalışanları en başından beri olabildiğince geniş ve
uzun süreli bir kısıtlama, hatta kapanma talep ediyorlardı. Kendi cephelerinden
haklılar da. Evden çalışan beyaz yakalılar ile maaşlarını hiçbir kesintiye
uğramadan almaya devam eden memurlar, kapanmaya sıcak bakan diğer kesimler.
29
Nisan akşamı yürürlüğe giren kapanma kararı en çok özel sektörü vurdu. Bu nedenle,
işçisi ve işvereniyle bu karara sonuna kadar karşı çıkıyorlar. Tenha bir parkta
oturmak veya tek başına yürüyüş yapmak gibi çok basit zevkleri bile elinden
alınanlar da bu karardan rahatsız. Hal böyle olunca, kapanma karşıtı cephe epeyce
güçlü.
Tedbir
ihtiyacını anlamakla birlikte, tam kapanma kararını ben de ağır buluyorum. Alınan
ve alınacak bütün tedbirler mümkün olduğunca kısa süreli olmalı, vakitlice
duyurulmalı. Umumî olmaktan ziyade sektörel veya mahallî kısıtlamalara
başvurulmalı. Ne demek istediğimi seyahat yasağı üzerinden açıklamaya çalışacağım.
Seyahat yasağı ve topluluk psikolojisi
Virüsün
başkalaşmış ve çok daha kolay bulaşan bir türü olan İngiliz mutantı ülkemizde evvelâ
kıyı Karadeniz’de görüldü. O dönemde bu bölgeye giriş-çıkış yasağı getirilmesi,
salgının yayılma hızını azaltmaya dönük yerinde ve makul bir tedbirdi. Ancak bu
yapılmadı.
Kapanmayla
birlikte yürürlüğe giren seyahat yasağı, yukarıdaki örnekten farklı olarak ülke çapında ve ‘genel’ bir tedbir. Yasak devreye girmeden önceki birkaç gün boyunca yaşananlara bakınca, bu tedbirin aynı derecede işe yarayacağından emin değilim. Attığımız taş ürküttüğümüz kurbağaya değmeyecek sanki.
Normal
şartlarda bir araya gelme ve aynı anda yola çıkma ihtimali çok düşük olan insanlar,
yasağın duyurulmasıyla otogarlara hücum etti. Hem garlarda hem otobüslerin
içinde hiç tanımadıkları kişilerle bir araya gelen, oturan, yanyana seyahat eden
ve saatlerce aynı havayı soluyan yüzbinlerce insan virüsü hem birbirine hem de
ülkenin bir ucundan diğerine taşıdı. Belli bir saate veya takvime bağlanan her
toplumsal hadisenin, belirlenen vakit yaklaştıkça paniğe ve infiale sebep olduğu
bir topluluk psikolojisine şahit olduk.
Tam
kapanma öncesi İstanbul’da yapıldığı gibi ‘saat 17:30’da bütün alışveriş yerleri
kapanacak’ derseniz, normal şartlarda birbirini görme ihtimali bile olmayan kişileri
aynı market kuyruğunda buluşturur, o saatte mesaide olan pekçok insanı alışveriş
yapamadan eve girmek zorunda bırakırsınız.
Aynı
hata, tam kapanma öncesinde sokağa çıkma yasağı 19:00 gibi çok erken bir saatte
başlatılırken de yapılmıştı. Yediden önce evde olmak isteyen insanlar büyükşehirlerde
trafiği kilitlemekle kalmamış, toplu ulaşım vasıtalarında yaşanan izdiham virüse
adeta davetiye çıkarmıştı.
Tam kapanma yerine
Yasaklar
konusunda geçen sene bu vakit ne durumdaymışız diye baktım. Bugünkünden biraz daha
hafif bir tablo varmış. Marketler hafta içi saat 21:00’e kadar açıkmış, sokağa
çıkma yasağı gece yarısı başlıyormuş. Hafta sonu her yer kapalı, sokağa çıkmak
yasakmış.
Bana
kalsa tam kapanmaya gitmez, hafta içi sokağa çıkma yasağı ile marketlerin
kapanış saatini 21:00’de birleştirir, marketlerin hafta sonu açık kaldığı süreyi
kısaltırdım. Böylece alışverişler hafta içine kayar, hafta sonu sokağa çıkanların
sayısı azalırdı. Hafta içi akşam dokuz, eve rahatça dönülebilecek kadar geç, iftarda
misafir ağırlamanın önüne geçebilecek kadar erken bir saat -iftara gidenler
yatıya kalmayı düşünmüyorlarsa tabii.
Hükümet bu riski niye aldı?
Kapanma
kararının sosyo-ekonomik maliyeti öyle yüksek ki bilhassa orta ve alt gelir
grubuna mensup kesim üzerinde yıkıcı bir etki yaratıyor. Kapanmayla elde
edilecek netice, maruz kalınan maliyete değmeyecek. Öyleyse hükümet bu kararı
niye aldı?
Bu
sorunun cevabı, 60 binin üstüne çıkan vaka sayısı değil bence. Vaka sayısı, kapanma
kararından önce azalmaya başlamıştı çünkü. Aradan bir hafta bile geçmediği ve kapanmanın
sonuçları tabloya yansımadığı halde, vaka sayısı yarı yarıya azalmış durumda. Sırf
bu bile kapanma kararında acele edildiğini gösteriyor.
Sağlık
camiasındaki tanıdıklarım, bir süre öncesine kadar hastanelerdeki ‘yatan’ ve
‘yoğun bakım’ oranlarının kaldırılamaz noktaya doğru ilerlediğini söylüyorlardı.
Muhtemelen tabloyu hükümet de böyle okudu ve vakalardaki düşüşün hastanelere
yansımasını beklemeden daha sert tedbirler alma ihtiyacı duydu.
İkinci
ve daha stratejik sebep, turizm sezonuna ‘dünyanın en çok vaka açıklayan üçüncü
ülkesi’ olarak girmemek. Hem mutad sorunumuz cari açığın finansmanı hem son
dönemde ülkemizi döviz kuru üzerinden sıkıştırmaya yönelik hamlelerin boşa çıkarılması
için bereketli bir turizm sezonuna ihtiyacımız var. Görebildiğim kadarıyla
hükümet, ülkemizin yurt dışındaki görünümünü zedeleyen ve Akdeniz çanağındaki
en büyük rakipleri İspanya ve Yunanistan tarafından aleyhte kullanılmaya
fazlasıyla müsait bu sorundan turizm sezonu açılmadan kurtulmak ve vaka
sayısını bir an önce düşürmek istiyor.
İçki satışının yasaklanması
Lokanta,
pastane ve kafelerin müşterilerine servis açması 13 Nisan, yani Ramazan’ın ilk
günü itibariyle yasaklanmıştı. Bahsettiğim işletmeler o tarihten beri gel-al
veya uzaktan siparişle hizmet veriyorlar. Bir başka deyişle bu sektör, 28 Nisanda
başlayan tam kapanmaya 15 gün önce girdi. Bu aleni bir haksızlıktı.
Geçtiğimiz
hafta bir başka gayri âdil muamele ile ‘kapanma döneminde içki satışı yasağı’
geldi. Her iki uygulama da toplumu devlet eliyle muhafazakârlaştırma çabasının
bir ürünü ve net bir özgürlük ihlâli.
İçki
satışına getirilen yasak ‘içkinin temel ihtiyaç malzemesi olmaması’ ve ‘tekel
büfelerini haksız rekabetten korumak’ argümanlarına dayandırılıyor. İhtiyaçlar
arasında bir hiyerarşi yoktur ve temel ihtiyacın ne olduğu kişiden kişiye
değişir. Bu yüzden ihtiyaçları belirleme yetkisi hükümetlere bırakılamaz. Tekel
büfelerini haksız rekabetten korumanın daha kolay yolu, marketler ve
kuruyemişçilerle aynı şartlarda bu büfelerin de çalışmasına izin vermekten geçer.
Yükselen
itirazlar karşısında bugün kırtasiye ürünleri, deodorantlar ve elektrikli ev
eşyaları gibi ‘hükümetin temel ihtiyaç maddesi olarak görmediği’ diğer ürünlerin
marketlerde satışı da yasaklandı. Kapanma döneminde sadece marketlerin açık
olduğu hesaba katılacak olursa, bu ürünlere erişimin yasaklandığı anlamına
geliyor bu. Evde resim yaparak oyalanan çocuğunuzun pastel boyası bittiğinde,
yenisini alamayacaksınız yani.
Toplumun
ve piyasanın işleyişine yapılan her müdahale yeni sorunlar üretiyor. Bu
sorunları çözmek ve hatayı düzeltmek isteyen hükümetler yeni ve daha büyük müdahalelere
başvurmaya mecbur kalır. Bu döngü ta ki hayatın her vechesi devlet tarafından kuşatılana
dek akar gider. Tam kapanmaya itirazımın en önemli sebebi bu zaten: Devleti
gündelik hayatın içinde daha az görmek. Çok mu şey istiyorum?
Kısa kısa
1) Son bir yıldaki mesaileri için sağlık çalışanlarına müteşekkirim. Büyük bir fedakârlıkla çalışıyorlar. Ancak onları veya başka bir meslek grubunu kutsallaştırmaya, imtiyazlı bir zümre haline getirmeye matuf ‘sağlık çalışanlarına şiddet’ kabilinden hususî düzenlemelere karşı olduğumu üzülerek belirtmek isterim. Şiddete
başvurarak sağlık çalışanlarının görev yapmasını engelleyenlere Ceza Kanununun 265.
maddesinde belirtilen üst sınırdan ceza verilebilir. Bu hüküm caydırıcı
değilse, yine ceza kanununda yapılacak bir değişiklikle üst sınır
artırılabilir.
2)
Bu dönemde sağlık çalışanlarına yapılacak en büyük iyilik, sağlık sistemini yeni
kadrolarla takviye etmek olacaktır. Bu amaçla kamuda ilâve kadrolar açmak yerine,
yeni atanacak kadroların dağılımında Sağlık Bakanlığı lehine kaydırmalar yapmak
en doğrusu.
3)
Getirildiği dönemde Tabipler Birliği’nin şiddetle karşı çıktığı ‘yabancı hekim’
önerisi tekrar gündeme alınmalı. Başta Suriyeliler olmak üzere ülkemizde
misafir ettiğimiz farklı uyruktaki yetişmiş insan gücünden azami derecede
faydalanmalı, gerekirse yurt dışından sözleşmeli doktor istihdam etmeliyiz.
4)
Eğitim sistemimiz sınav üzerine kurulu. Öyle ki yüzyüze eğitime devam eden öğrenciler
bile o yıl sınava girecekler arasından seçiliyor. Halbuki zorunlu eğitimin temel
hedefi okuma-yazma öğretmek, okur-yazar sayısını artırmak olmalı. Bu noktadan hareketle
ilkokulun ilk iki sınıfı (geçen senenin ve bu senenin birinci sınıfları) kapanma
sona erdikten sonra mutlaka yüzyüze eğitime dahil edilmeli, gerekiyorsa yaz
okulları açılmalı.
5 Mayıs 2021'de Hür Fikirler'de yayınlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder