Diyarbekir'de Dört Gün

Dicle Üniversitesi’nin düzenlediği 15 Temmuz konulu sempozyuma konuşmacı olarak davet edilen Atilla Yayla hocamıza refakat etmek üzere bir grup arkadaşla dört günlüğüne Diyarbekir’e gittik. İlk gününü sempozyuma ayırdığımız bu dört gün boyunca hem şehri gezdik, hem de yöre halkıyla temas etme imkânı bulduk. Bu temaslar sırasında öne çıkan başlıkları ve gözlemlerimi paylaşmadan önce, küçük bir not düşmek istiyorum.

9000 yıllık maziye sahip Diyarbakır’ın en eski adı Amed yada Amid. Yedinci yüz-yılda şehre gelen Müslüman Araplarla birlikte Diyar-ı bekr (kızlar diyarı) olarak anılmaya başlıyor. Bu isim, zamanla yuvarlanıyor ve Türkçe’ye Diyarbekir olarak yerleşiyor. Evliya Çelebi’nin “Amed yada Amid olarak da bilinir” diye bahsettiği şehrin resmî adı, 1938 yılında Türk Dil Kurumu’nun önerisiyle Diyarbakır olarak değiştiriliyor.

Kamu gücünü elinde tutanların bu gücü o şehrin tarihî dokusunu, nüfus yapısını, kimliğini ve bu kimliğin ayrılmaz parçası olan ismini değiştirmek için kullanmasını doğru bulmayan biri olarak bu yazıda bazen Amed, bazen Diyarbekir ismini tercih edeceğim.

Diyarbekir veya Amed izlenimlerim

Gezimizin ilk gününde Dicle Üniversitesi’nin misafiri idik. Üniversitenin Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karakoç ve İİBF Dekanı Prof. Dr. Seyfettin Aslan ile, sempozyum sonrasında da bizi yalnız bırakmayan kıymetli hocalarımız Dr. Ömer Taylan, Doç. Dr. Şehnaz Altunakar ve Doç. Dr. Müge Sakar’a misafirperverlikleri için teşekkür ediyorum.

Prof. Dr. Atilla Yayla, sempozyumun ilk oturumunda FETÖ tipi yapıların sergilediği totaliter zihniyet özelliklerinden örneklerle bahseden kapsamlı bir konuşma yaptı. Oturumun diğer konuşmacısı Prof. Dr. Ömer Çaha ise FETÖ’nün temel motivasyonuna ve örgütlenme biçimine dikkat çekti, 15 Temmuz badiresinin unutulma tehlikesine karşı uyardı. Her iki konuşmadan da müstefid olduk.

Ertesi gün, Muhammed Akar’ın mihmandarlığında Eğil’e gittik. Asurlardan kalma kalesi, kral mezarları, barajı, manzarası, Elyasa ve Zülkifl peygamberlere ait olduğuna inanılan kabirleri ve iki katlı beyaz evleriyle Bodrum’u andıran Eğil gezimizde Müge ve Şehnaz hocalar da bize eşlik etti.

Sağolsun, Muhammed Bey sonraki günlerde de hep yanımızdaydı. Ne zaman başımız sıkışsa evvelâ ona müracaat ettik. İlk defa gittiğimiz bu şehirde onun sayesinde ne yabancılık çektik, ne de garip hissettik. Hakkını ödeyemeyiz.

Aynı günün ikindisinde, arkeolog Enver Akın’ın eşsiz anlatımıyla Diyarbekir Kalesi’ni, Ulu Camii ve civarını gezdik. Kıymetli zamanını bize ayırdığı için ona da çok teşekkür ediyoruz.

Şehri ve insanlarını tanıyıp sorunlarını anlamaya çalıştığımız sonraki günlerde Diyarbekir’in ne kadar büyük, modern ve düzenli bir şehir olduğunu müşahede ettim. Çarşısı, pazarı cıvıl cıvıl. Esnafı dürüst, halkı samimi ve yardımsever. Gecenin geç saatinde bile huzur içinde dolaşabiliyorsunuz.

Şehrin eski (tarihî) bölgesini saymazsanız, trafik sorunu yok. Caddeleri geniş, sokakları temiz. Yeme-içme sektörü gelişmiş. Ciğer ve sakatat ürünleri günün her saatinde rağbet görüyor. Fiyatlar İstanbul’a göre uygun, porsiyonlar daha büyük. Emlak piyasasında da böyleymiş. İstanbul’da mütevazı bir semtte, ortalama bir eve ödenen 15 bin TL kira ile, burada iyi bir muhitte mütevazı bir ev tutulabiliyormuş.

Orada geçirdiğimiz süre zarfında şehrin gündeminin ilk sırasında Amedspor vardı. Yaşlısından gencine herkes, Amedspor’un birinci lige yükselmesine kilitlenmişti. Cumartesi akşamı gelen şampiyonluk, şehirde adeta bir bayram havası estirdi. Kutlamalar, konvoylar, müzik, küçük çapta bir havai fişek gösterisi… Önümüzdeki sezon takımının maçlarını televizyondan seyredebilecekleri için Amedliler çok mutluydu. Sıkı bir Amedspor taraftarı olan Gaffar Okkan da yad edildi.

Katledilişinin üzerinden yirmi yılı aşkın süre geçtiği halde Gaffar Okkan’ın unutulmadığını görmek beni hem şaşırttı, hem memnun etti. Gaffar Okkan için ortalama bir Diyarbekirlinin ağızından aşağı yukarı şu sözler dökülüyor: “İlk defa biri bizi adam yerine koydu, bize kapısını açtı, derdimizi dinledi, çözmeye çalıştı. Onun gibisi ne geldi, ne de gelir…”

Ekseriyetini Kürtlerin teşkil ettiği şehirde Ak Parti ve Erdoğan’a yönelik bir kırgınlık ve öfke seziliyor. Muhafazakâr Kürtlerde kırgınlık, solcu yada milliyetçi Kürtlerde öfke hâkim. Bu tepki sandığa da yansımış ki Ak Parti’nin oy oranı son on yılda yarı yarıya düşmüş. Farklı görüşlerden insanlarla yaptığımız sohbetlerde iki büyük rahatsızlığın öne çıktığını tespit ettim. Bunlardan ilki, kayyum uygulaması.

Kayyuma sadece DEM’liler değil, eski Ak Parti seçmenleri de karşı. Bunu Amed’in iradesine saygısızlık olarak görüyorlar. Bu saygısızlığın sandığın gücüne ve seçmenin iradesine sık sık vurgu yapan Erdoğan ve Ak Parti’den sadır olması onları daha bir üzüyor. Bu hassasiyeti ben de paylaşıyorum. 15 Temmuz ertesinde çıkarılan bir KHK ile başlatılan kayyum uygulamasına artık son verilmeli. Teröre bulaşan, şiddeti öven belediye başkanları elbette görevden alınabilir, alınmalıdır da. Fakat yeni başkan Belediye Meclisi üyeleri arasından ve Belediye Meclisi tarafından seçilmeli. Kesinlikle kayyum atanmamalı.

MHP ile girdiği ittifak, Ak Parti’ye yönelen öfkenin bir diğer sebebi. Diyarbekirli Kürtler bunu hazmedemiyor. Kendi zaviyelerinden haklılar da. MHP ile ittifakın Ak Parti’ye zarar verdiğine ben de inanıyorum. Lâkin bu ittifak, meclis aritmetiğinin bir gereği. MHP ile ittifakını bozacak olsa, meclis çoğunluğunu kaybedecek Erdoğan’ı desteklemeye hazır bir başka parti var mı? Meselâ DEM Parti, Kürtlerle ilgili son derece bozuk bir sicile sahip CHP’ye verdiği desteğin bir benzerini, Kürt meselesinde kimsenin cesaret edemediği adımlar atan Ak Parti’ye verecek mi? Ak Parti’yi MHP’ye mecbur bırakanın sadece Meclis aritmetiği değil, Erdoğan’ın diğer partiler tarafından uzun süredir şeytanlaştırılması ve yalnızlığa mahkûm edilmesi olduğu unutulmamalı.

Gezimizin önemli duraklarından biri de, Diyarbekir anneleriydi. Çocukları PKK tarafından kandırılıp dağa çıkarılan aileler, HDP’nin (eski) il başkanlığı önüne kurdukları bu çadırda yaklaşık beş yıldır çocuklarına duyduğu hasreti haykırıyorlar. Bu sessiz çığlıktan rahatsız olan HDP yönetimi il binasını başka bir adrese taşısa da, artık bir sembol haline gelen çadırın yeri değiştirilmemiş.

Sanılanın veya isminin çağrıştırdığının aksine, çadırda sadece anneler yok. Dağa çıkarılan çocukların babaları, kardeşleri ve akrabaları da çadırda. Evlat nöbeti tutarken, bir yandan da hayatlarını idame ettirme telaşında olduklarından çadırdaki kişi sayısı sürekli değişiyormuş. Biz gittiğimizde yaklaşık onbeş kişilerdi. Bir isteğiniz var mı diye sorduğumda, kamuoyunun azalan ilgisinden dert yandı ve sesimizi duyurun yeter dediler. Bir de dua beklediklerini söylediler.

Kısa sürede o kadar çok yer gezdik ki, hepsini anlatmak mümkün değil. Lâkin ‘hendek olayları’nın yaşandığı mahallelere yaptığımız ziyaretten bahsetmeden geçmek istemiyorum. Bakmayın mahalle dediğime, ortada mahalle filan kalma-mış. Yakılıp yıkılan evler de istimlak edilip, mahalle sakinleri başka bir muhite nakledilmiş. O bölge şu an boş, adeta bir mesire yeri. İlçe merkezine daha yakın olan üst kısmına, tek sıra halinde dizilen tek katlı ve modern kafeler yapılmış. Bu kafelere girip çıkanları ve hendek olaylarının yaşandığı bölgenin tam ortasında kalan Fatih Paşa Camii’nin cemaatini saymazsak, o bölgede bir canlılık alâmeti yok.

Kubbesinden ötürü Kurşunlu Camii olarak da anılan tarihî Fatih Paşa Camii’nin her yanında hendek olaylarından kalma çatışma izleri gördük. Camideki tahribatı incelerken bir vatandaşa rastladık. Eskiden bu mahallede oturduğunu söyleyince, o günlerle ilgili bilgi almaya çalıştık. Konuşkan biriydi fakat ‘insan bilse de herşeyi söyleyemiyor’ diyordu sık sık. Devlet TOKİ’den ev verip başka bir mahalleye taşınmasını istemiş. Evinden çok memnunmuş, fakat mahallesini özlemiş. O günleri biraz anlatsana dedikçe kaçamak cevaplar verdi. Ne de olsa insan herşeyi söyleyemiyormuş.

Fatihpaşa veya Kurşunlu Camii
Gerek bu vatandaştan, gerekse daha sonra görüştüğüm birkaç kişiden bölük pörçük duyduklarımı bir araya getirince şu resme ulaştım: Altı-yedi mahalleden oluşan bu bölgeye büyük yığınak yapan PKK’nın elebaşları, güvenlik güçlerinin sert ve kararlı tutumunu görüp netice alamayacaklarını anlayınca sade vatandaş kılığında bölgeyi terk etmiş. Çatışmada ele geçirilenler, daha alt düzeydeki militanlarmış. Devlet bir koridor açıp çıkmalarına müsaade etseymiş, Hendek olayları bu kadar büyümezmiş. (Sade vatandaş kılığına girip onlar da kaçsaydı madem?... Elebaşlarından emir almadan kaçabiliyorlarsa tabii).

Dört günlük Diyarbekir gezimiz dolu dolu geçti. Tek başına gelsem ne bu kadar keyif alabilir, ne de dört güne bu kadar çok şey sığdırabilirdim. Bu dört güzel gün için Diyarbekir’e birlikte gitmeyi öneren Atilla Yayla hocamız başta olmak üzere tüm yol arkadaşlarıma ve Diyarbekir’de bize yarenlik eden dostlara selamlar, sevgiler, teşekkürler. Bilge bir Amedli’nin dediği gibi: İnsanın içinden daha fazlası geliyor ama ne de olsa herşeyi söyleyemiyor.

21 Mayıs 2024'te Hür Fikirler'de yayınlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

teyzelerim

ibişin rüyası

uzay merakım