Organize, küstah ve şamatacı

Sanat, basın ve akademiye sadece ülkemizde değil dünyada da sol hâkim. Solcu olmak aydın olmanın, başarılı ve erdemli olmanın mütemmim cüzü, hatta ön şartı addediliyor. Bu hissiyat öyle yaygın ve benimsenmiş ki solcular, dünyaya kendi zaviyelerinden bakmayanları küçümsüyor, cahiller ve hakikatin sırrına erememiş bîçareler olarak görüyor. Mürekkep yalamış sağcılara veya okuyup da sağcı kalanlara “bu kadar okuyup hâlâ nasıl sağcı olabiliyorsun?” sorusunu yöneltmeyi kendinde hak görenlere göre solcu değilsen ya okumuyor, ya okuduğunu anlamıyor yahut yanlış şeyler okuyorsun!..

Kendisi gibi düşünmeyen insanların aklî melekelerine şüpheyle yaklaşan bu kibir, cahilinden okumuşuna kadar hemen bütün solculara hâkim. Öyle ki, ülkemizin kalburüstü solcularından kabul edilen Tanıl Bora bile ‘Türk Sağının Üç Hali’ni anlattığı kitabında, ‘Türk sağı kendini tasvirden âciz olunca, onu anlatmak biz solculara düştü’ diyebiliyor. Kalburun üstü böyleyse, altını siz düşünün…

Entellektüel üstünlüğün solun elinde olduğu algısı kültür, sanat ve akademide köşe başlarını tutan solcuların kendinden olanlara öncelik tanımaya dönük bilinçli tercihinin onyıllara şâmil bir sonucu olarak ortaya çıktı ve yerleşti. Literatüre ‘grup-düşün’ (groupthink) olarak geçen bu anlayışı “grup dayanışması” olarak adlandırmak belki daha isabetli.

Ülkemiz kültür-sanat gündemini de grup dayanışması içinde hareket eden sol çevrelerin belirlediğini söylemek yanlış olmaz. Kendinden olanı parlatırken diğerlerini görmezden gelme eğilimi sergileyen bu çevrede, yeşil ışık en çok solculara yanıyor. Solcuysanız sahaya bir sıfır galip çıkıyorsunuz.

Çok büyük bir yazar olduğu halde Tarık Buğra isminin edebiyat çevrelerinde pek anılmamasının başlıca sebebi, sağ görüşlü olmasıdır. Arif Nihat Asya’nın Nazım Hikmet, Semih Kaplanoğlu’nun Nuri Bilge Ceylan kadar öne çıkartılmamasının en önemli sebebi budur. Fazıl Say her yaptığıyla gündeme otururken, çok daha büyük işlere imza atan Hüseyin Sermet’in konserlerinin bile haber yapılmamasının, Tamer Karadağlı’nın Devlet Tiyatroları’nın başına geçmesine gösterilen tepkinin altında da aynı saik yatar: Bu isimlerin siyaseten ‘doğru’ yerde durmaması ve/veya sola şirinlik yapmaması

Solcuların tuttuğu entellektüel süzgeçten çok az sağcı geçip sivrilebilmiştir. Barış Manço, Orhan Gencebay, Cüneyt Arkın ve Necip Fazıl ilk aklıma gelen isimler. Ortalamanın çok üstünde yeteneklerdi bunlar. İletişim becerisi güçlü insanlardı. Necip Fazıl’ı saymazsak hepsi popüler işler yapan, siyaseten mutedil ve ‘modern’ hayat tarzını benimsemiş şahsiyetlerdi. Diğerlerinden farklı olarak Necip Fazıl’ın bir dâvâsı ve onu yücelten dâvâ arkadaşları vardı. Bunlar olmasa, muhtemelen ismine sadece antoloji sayfalarında rastlardık.

Necip Fazıl gibi bir dâvâ adamı değilseniz, daha geniş kitlelere uzanmak için sol ile dirsek temasında olmanız yahut (en azından) onun hışmını çekmemeniz gerekiyor. Kerli ferli isimlerin bile solcu şairlere, yazarlara sık sık atıf yaparak “onlardan biri” veya “onları takdir ve takip eden biri” olduğunu ispat ve izhar çabasına bir de bu gözle bakmak lâzım.

Solcu veya solculara yakınsanız, ana akım medyada daha çok yer bulabiliyorsu-nuz. Değilseniz işiniz hayli zor. Bu zorluktan kurtulmak isteyenler, dümeni sola kırmakta buluyor çareyi. Yıllar önce yemekli bir toplantıda yanyana düştüğümüz bir hâkim, küçüklüğünden beri tanıdığı Volkan Konak’ın eskiden solcu olmadığını söylemiş ve eklemişti: Baktı ki solcu olmak işe yarıyor, o yolda ilerledi. Şöhret basamaklarını daha hızlı tırmanmanıza yardım edecekse, niye solcu olmayasınız ki?..

Şevval Sam gibi öteden beri solcu olanlar var bir de. Annesi Leman Sam’dan mütevellit, sanat dünyasının içinde büyüdü. Maşallah, güzel ve kabiliyetli de. Önce dizi ve filmlerde rol aldı, buradaki performansıyla ses dünyasına sıçrayıp değme şarkıcılardan daha çok aranan bir isim haline geldi. O zamandan beri, orta ve sol çizgideki televizyon kanallarıyla CHP’li belediyelerin kültür-sanat etkinliklerinde sık sık arz-ı endam ediyor. Elbette ücreti mukabilinde.

Gürçeşmeli solcu halk çocuğu Yavuz Bingöl’ün ‘Turnalar’ şarkısının evire çevire dinlendiği günler ise çoktan mazide kaldı. Sol mahfillerin ‘dönek’, ‘omurgasız’ ve ‘yalaka’ ilan ettiği Bingöl gibilerin yüzüne o cenahtan kimse bakmıyor artık. Suçu ne derseniz, sağla diyalog içinde olmak, onların projelerinde yer almak, Erdoğan’a ve Ak Parti’ye alenen husumet beslememek. Abarttığımı sanmayın. Yılların solcusu Erkan Oğur’u, Erdoğan’ın eski sözcüsü (şimdiki MİT Başkanı) İbrahim Kalın’la türkü söylediği için sosyal medyada linç etmeye kalkmadılar mı? Hani sanat evrenseldi, türküler bizi birleştiriyordu? Kendi mahallesinden gelen bu linç girişimini savuşturmak için, Kalın’la ikinci bir klip çekmeyeceğini ilan etmek zorunda kalan Oğur’un başına gelenler çok çabuk unutuldu.

Bunun gibi pekçok örnekte de görüldüğü üzere, sosyal medyada çabucak bir araya gelip gündem oluşturma kapasitesine sahip, azgın ve organize gruplar var. İstediklerini göğe çıkarıp istemediklerini yerin dibine batırabiliyorlar. LGBT’sinden feministine, Gezicisinden, FETÖ’cüsü ve köpekperestine kadar muhtelif desenlerdeki bütün bu grupların solla bir şekilde dirsek temasında olmaları bir tesadüf mü? Onlar da biliyor ki organizasyon, dayanışma ve kamuoyu yaratmadaki eşsiz kabiliyetiyle solu yanına çekemeyenlerin sesini duyurma ve başarıya ulaşma şansı çok düşük. Bu yüzden bazen açıkça, bazen örtülü bir şekilde solla temas ve işbirliği içinde olmayı arzu ediyorlar.

Kendisi de bir solcu olan rahmetli hocamız Sadık Acar, demokrasiyi “organize azınlıkların, organize olamayan çoğunluğa uyguladığı kapris” olarak tanımlardı. Acar’ın tanımı üzerinden yürüyecek olursak, ülkemizin en organize gücü olan solun sürekli kaprisine maruz kaldığımızı söylemek yanlış olmaz.

31 Temmuz 2024'te Hür Fikirler'de yayınlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

teyzelerim

ibişin rüyası

uzay merakım