Katılım Ortaklığı Belgesi ve Avrupa Birliği

Bir önceki yazıda "LDT ile ilk temasım" olarak bahsettiğim metin. Yazık ki tarihini kaydetmemişim. Ak Parti öncesi dönem olduğundan eminim. Muhtemelen 2000 yılı sonlarına doğru...

Bu metni LDT dışında kaç yere daha gönderdim kim bilir? LDT'nin sitesinde yayınlandığını not etmişim sadece. Yayınlandığı adresi not ettiğim bir dosya hatırlıyorum fakat (henüz) bulamadım. Bulursam tarihiyle birlikte not olarak eklerim buraya.

*/*

Basın bir ülkede özgürlükleri ve demokrasiyi en çok özümsemiş, halka benimsetmeyi görev edinmiş kurum olmalı. Oysa ülkemizde "acar gazetecilik" adına askerî kaynaklardan 'sivil haber ve yorumlar' almak marifet haline geldi.

İzlediğim kadarıyla Batı (özellikle Amerikan) basınında, genelkurmay başkanlığına ait haberleri manşetlerde görmek pek mümkün değil. Gazetelerde genelkurmay başkanının adına ve resmine bile nerdeyse rastlamıyorum desem yeridir.

Ülkemizde askerlerin sivillerin görev ve yetki alanına kısmen yada tamamen bulaşması ne kadar zararlı ve anti-demokratik ise, gazetecilerin askeriyeyi bu tür yorumlar yapmaya sevk edecek sorular sorması, hatta soru sorulsun sorulmasın askerlerce verilen cevap ve getirilen yorumlara sütunlarında yer vermeyi marifet zannetmesi de o derece anti demokratik, 'çağdaş ve bağımsız gazetecilik' etiği açısından o kadar ayıptır.

Bir ülkede AB'in açıkladığı tek taraflı ve tamamen diplomatik nitelikteki bir metne (KOB) açıklık getirip yorum yapmak ne zamandan beri genelkurmay başkanlığına bağlı birimlerin görevi?..

"MillÎ güvenlik" kavramının çerçevesini askerî güvenlikten, batık banka operasyonlarına, yolsuzluklardan eğitim politikası ve diplomatik yazışmalara kadar geniş bir yelpazede yorumlayan bir yönetim anlayışı ile bizi AB'e almak istememeleri sizce çok mu garip?..

Kaldı ki bizi AB'e almama gerekçesi olarak gösterebilecekleri %50'lik enflasyonumuzu, düşünce suçlularımızı, yaşam kalitesindeki içler acısı durumumuzu henüz saymadık bile!..

AB'e girmek cumhuriyetimizin temel niteliklerine zarar verebilirmiş, hangilerine?.. Laiklik ve demokrasiye mi, yoksa hukuk devleti ve sosyal devlet ilkesine mi?..

Ülkemiz, nüfusunun ezici bir çoğunluğu Hıristiyan olan bir topluluğun tek Müslüman üyesi olunca "şeriat" tehlikesi artıp laiklik ilkesi zarar mı görecek? Yani bir zamanların "haçlı Avrupası" bugün, bizim şeriat kurallarıyla yönetilmemizi mi istiyor?..

Yada AB'e girince Türkiye'de demokrasinin kalitesi mi azalacak? Düşünce suçluları, “andıçlamaları”, ekran karartmaları, cumhurbaşkanlığına adaylığını koydu diye milletvekili dövmeleri, gece yarısı operasyonlarıyla meclisten vergi geçirmeleriyle... meşhur bir ülkede, üzerinde kalite tartışmasının yapılabileceği hangi demokrasiden bahsedilebilir ki?.. Katılım ortaklığı belgesiyle birlikte ortaya çıkan tepkilerin çok büyük bir kısmı, AB'e girmek istemeyen kimi politikacı ve etkili güçlerin, bu emellerini açıkça dile getiremeyişlerinin kamuoyu gündemine dolaylı yollarla yansıtmalarından ibaret...

Açıkça dile getiremiyorlar, çünkü halkın AB'e giriş yönündeki arzu ve eğiliminin "eziciliği" altında kalmaktan korkuyorlar. Bu yüzden de hamaset duygularının arkasına sığınıp KOB'deki Kıbrıs ve anadilde yayın hakkı gibi "üzerinde müzakere edilebilir" konuları dahi müzakere etmeden reddedebiliyorlar...

Örneğin ülkemizin Kıbrıs sorununu çözmeden bizim dışımızdaki dünya ile olan ilişkilerini istikrarlı bir zemine oturtması mümkün mü? Ya tutarlı ve kararlı bir dış politikayı ince bir diplomasi ile işlemeyi becererek kendi çözümümüzü uluslararası hukukun bir parçası haline getireceğiz yada en az taviz verip en çok taviz almayı bilen bir diplomasi örneği sergileyerek uluslararası pazarlık masalarından kazançlı çıkmayı başaracağız. Tabii bunu başarmak, halkı çoğu zaman sanal ve abartılı bir düşmanın varlığına inandırıp çağdaş dünya ile buluşma özleminin karşılanmasını geciktirmekten medet ummak kadar ucuz ve artık klasikleşmiş yerel edebiyatın ayrılmaz bir parçası olmaktan çok ötede, üst düzey bir birikim gerektirir, o ayrı mesele...

Ülkemiz sınırları içinde Türkçe dışında radyo-televizyon yayını yapılmasına peşinen ve kesinkes karşı çıkmak yerine, haberleşme ve iletişim teknolojisindeki gelişmeler sayesinde yurt dışından zaten karşılanmakta olan bu ihtiyaca yurt sınırları içerisinde de cevap verilebilmesi için gerekli yasal düzenlemeleri gerçekleştirme vaadini Türk dış politikasının elinde bir koz olarak bulundurmayı denemek daha mı akılcı olur, diyorum.

Böylelikle hem yurt dışında faaliyet gösterdiği için şu an denetlenemeyen radyo-televizyonları denetleme -hatta vergilendirme!..- imkânı elde edilmiş olacak, hem bu konunun uluslararası pazarlıklarda önümüze bir daha gelmemesi sağlanmış olacak, hem de demokrasi hanemize bir artı puan daha eklenmiş olacak... Kim bilir, ülkemizde Türkçe dışında yayın yapma yasağı bulunmasını bahane ederek çeşitli ülkelerde demokrasi ve düşünce özgürlüğü kisvesi altında faaliyette bulunma izni talep eden ve alan bölücü örgüte mensup bazı televizyon kanalları da, var oluşlarının yegâne bahanesini de bu sayede yitirmiş olurlar.

Bir ülkenin dış politikası Kıbrıs örneğinde olduğu gibi 'çözümsüzlük' üzerine mi kurulu olmalıdır, yoksa Türkçe dışında radyo-televizyon yayını örneğinde olduğu gibi 'müzakeresizlik' üzerine mi?..

Kısaca, dış politikada "çözümsüzlük bir çözüm, müzakeresizlik bir yöntem" midir?..

Herşeyden öte bizden istenilenler, AB ile tüm ilişkilerimizi kesmeyi düşündürecek kadar "aşırı" ve "düşmanca" istekler mi, yoksa birileri yine vatan-millet edebiyatının arkasına sığınıp iktidar postlarını sağlamlaştırmaya mı çalışıyor?

Bizim politikacılarımız bırakın bunu kabul etmeyi, bu konuyu tartışmak bile istemiyorlar. Çünkü diplomatik ilişkileri ustalık ve sabırla yürütebilmek uluslararası bir uzmanlık ve beceri gerektirir. İçi boş nutuklar ile "istemezük" nârâları atmak yerel siyasetin sığ sularından beslenen politikacılara her daim daha cazip gelmiştir.

Halkımız biliyor ki AB'e girmek -hatta girmeye hazırlanmak bile- demokraside ve hukukta evrensel kriterleri bir ölçüde olsun yakalamak demek...

Bu kavramlara yönelik talep o derece had safhada ki "Avrupa'ya Türk istilası olur" endişesiyle bir türlü vermek istemedikleri 'serbest dolaşım hakkı' ndan bile önce geliyor. Bu bakımdan "AB'e girmek" bizim için amaç olmaktan öte çağdaş medeniyetler seviyesine yükselmede çok önemli bir araç, bir katalizör görevi görmekte bizim için.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

teyzelerim

uzay merakım

ibişin rüyası