tebrizin kış güneşi
Roman - Yazarı: Nefrin Tokyay
Dönemin şartlarına, diline ve olaylara vakıf bir kalem tarafından özenle yazıldığı
romanın her satırından belli. Ancak kurgusunu ve hikâyenin gelişimini takip
etmekte zaman zaman zorlanabiliyorsunuz.
Bu güçlüğü aşmak için yapılması gereken şey, 13. yüzyılda Anadolu’nun ve Anadolu Selçuklularının durumuyla ilgili bir ön-okuma yapmak. Çünkü roman, okuyucunun
bu konuda yeterli bilgiye sahip olduğu (yada olması gerektiği) varsayımıyla
yazılmış. Halbuki hiç de öyle değil.
Sözü edilen dönemde Anadolu, Moğol vesayeti altında. Sultan 2. Gıyaseddin Keyhüsrev
öldükten sonra, oğulları arasında taht mücadelesi başlamış.
Tahtın resmî sahibi 2. İzzeddin Keykavus, Moğolların yeni hânını kutlamak üzere bizzat
kendisi gitmek yerine kardeşi Rükneddin’i gönderince Moğol Hanı’nın gazâbına uğrar.
Atabeğlik/hocalık yaptığı Rükneddin ile birlikte yola çıkan, aynı zamanda ona tercümanlık da yapan
Bahaeddin Yusuf, hânın bu öfkesinden istifade ederek Rükneddin’i yeni Selçuklu Sultanı
(4. Kılıçarslan) olarak tayin eden bir yarlığ/ferman almayı başarır. Bütün bu
gelişmeler, casuslar tarafından an-be-an Anadolu’ya yetiştirilmektedir.
Bu minval üzere başlayan romanda, çaşıtlardan/casuslardan birinin de Şems olduğu
ifade ediliyor. Gerçekten casus olup olmadığı, casussa kimin adına çalıştığı
gibi konular vuzuha kavuşmuyor yada özellikle kavuşturulmuyor.
Kitabın başında bahsedilen, ancak bir daha sözü edilmeyen genç nakkaşın romandaki yeri
de muallakta kalan bir başka konu. Şahsî kanaatim, romanda anlatılan herşeyin
aslında nakkaşın önündeki kâğıda resmettiklerinden, hatta hayalden ibaret
olabileceği yönünde…
Bu örneklerde olduğu gibi romanın içinde temas edilen kimi unsurlar, okuyucunun
kendi yorumunu katması yada hayal gücünü çalıştırması için sanki bilhassa
açıkta bırakılmış.
Yazarın Türkçeyi iyi kullandığını başta da söylemiştim. Beki de oyun yazarlığından
gelme bir alışkanlıktır, bilemiyorum; ama süslü cümleler kurmakta bu kadar ısrarcı
olmasa, okunması daha zevkli ve kolay bir roman ortaya çıkarmış bence.
Ne demek istediğimi anlamak için, kitabın arka kapağındaki şu cümleleri okuyabilirsiniz:
Yedi kişi karanlık kanatlı kargalar gibi, sokakların ıssızlığını bir bela kılıcı gibi biçerek geçti. Yedisinin de birbirine karışan soluklarından ve yalnız kendi soğuk rüzgarlarında savrularak hışırdayan cübbelerinden başka sesleri yoktu. Elleri bir akrep gibi kuşaklarının kıvrımlarına gizlenmiş hançerlerin sapında, döktükleri kanın kızıl ayak izlerinde koşuyorlardı.Eb’ül Fazl mescidi yakınlarına geldiklerinde fırtına aç kurtlar gibi şehrin surlarını aşarak minarelerin üzerinde ulumaya, sokak aralarına dalarak evlerin kapılarını, bacalarını dişlemeye başladı. Ve kan kokusunun izinden giden azgın canavarlar gibi, güçlü çeneleriyle yedisini birden kaparak, kuyunun olduğu yere doğru sürükledi.
Bir
başka örnek de ben vereceğim:
Herkesi elinde maskara edip de kimselere yar olmayan kahpe zaman, nice unutuşun ıslak barınağı oynak kalçalarını arsızca sallayarak işte geçip gidiyordu.
Yorumlar
Yorum Gönder