tanıdığım ilk şakirt
Bugün FETÖ olarak bilinen yapı ile, özel bir dershanenin temsilcisi olarak geldikleri küçük bir İç Anadolu kasabasında lise öğrencisi
iken karşılaştım. Yapacakları geniş katılımlı bir deneme sınavına okulumuzu da dahil
etmek istiyorlardı. İnternetin olmadığı bir dönemde, taşradaki öğrencilerin ulaşamayacağı
bir fırsattı ve hepimizi heyecanlandırmıştı. İdare de münasip görünce, katıldık
elbette.
Sınavda yüksek puan alınca, beni büyükşehirdeki okullarına davet ettiler: Son sınıfı orada okuyacak, yurtlarında kalacak, dershanelerine gidecektim.
Bütün bunlar için makul bir rakam ödeyecek, hatta burs bile alabilecektim. Ben kararsız
kaldım, ailem istemedi, onlar da ısrar etmeyince konu kendiliğinden kapandı.
Ertesi yıl, üniversitede yine karşıma çıktılar. Hem de ilk gün. Lâkin kim olduklarını sonradan ve yavaş yavaş anlayacaktım.
Geldiğim kasabanın nüfusundan daha çok öğrenciyi barındıran kampüsün, etrafı ağaçlar ve tek katlı binalarla çevrili dar yolunda sağa-sola
bakınarak ilerlerken, gülümseyen çehresiyle bana doğru gelen birini gördüm. Yaklaşınca,
sanki sarılacak gibi kollarını iki yana açtı, selam verdi ve ekledi: Bugün ilk günün herhalde?..
Onun da öyleymiş. Üstelik aynı bölümdeydik de. Biz, Anadolu’dan gelen saf insanlarız.
Birbirimize sahip çıkar, destek olursak buralara daha kolay alışırız minvalinde
birşeyler söyledi. İlk arkadaşımı edinmiştim.
Birkaç gün içinde birbirimizi daha iyi tanıdık. Karadenizli, mütedeyyin bir aileden gelen temiz bir çocuktu. Kendisinde beni rahatsız eden
tek şey, zamanımın daha büyük bir kısmını onunla geçirmemi istemesiydi. Halbuki
ben farklı çevrelere girmek ve yeni insanlar tanımak için kampüs içinde
dolaşıyor, civardaki çay bahçesine, kafelere ve kütüphaneye gidiyor, öğrenci kulüplerini
ziyaret ediyordum. Sırf güzel kızlar var diye tenis kulübüne bile uğramış, birkaç
saat ders dahi almıştım.
Bu koşuşturma işe yaradı; kısa sürede bir sürü arkadaş edindim. Fakat ilk arkadaşımdan da kopmadım.
İlerleyen dönemde ‘Hizmet Hareketi’nden, Gülen’den, sohbetlerinden, eğitim, yayın ve hayır faaliyetlerinden bahsetmeye başladı. Lise yıllarından
beri Bilim ve Teknik dergisine abone
olduğumu öğrenince, benzer içerikte dediği Sızıntı’yı
da takip etmemi, hatta abone olmamı istedi. Bir berberde sıra beklerken göz
attığımı ama yavan bulduğumu söylediğimde, nasıl
olur, çok güzeldir ama sen ayaküstü okumuşsun bâbında serzenişte bulundu.
Abonelik teklifini yenilemekten de geri durmadı. Mamafih, beğenmediğim bir
dergiye niye abone olacaktım ki?
Ona göre hem beğenmemekte haksızdım, hem de (beğenmesem bile!) abone olmalıydım; zira hayır ve destek işiydi bu. Şakayla
karışık ben sadece öğrenciyim, hayır
işlerine anne-babam bakıyor deyince bozuldu. Gönlünü almak için ’daha iyi bir dergi çıkarırsanız, ileride belki abone olurum‘ deme ihtiyacı hissettim.
Açık kapı bıraktığımdan mıdır, bilmem; Sızıntı’ya abone olma teklifini ara ara tekrarlıyordu. Her defasında reddettim. Üstelik niyetlerini ta o zaman anlamıştım
bilgiçliğiyle değil, beğenmediğim bir muhtevaya para vermemek gibi tamamen
piyasacı bir saikle.
’Hizmet‘e o kadar kaptırmıştı ki kendini, ben son sınıfı okuduğum halde o hâlâ önceki senelerin derslerini
vermeye çalışıyor, vaktiyle ödünç aldığı ders kitaplarını -hatırlatmama rağmen-
iade etmeden yenilerini istiyordu. Bir cemaat mensubu olarak emanete riayette
gösterdiği bu zaafı fark ettimse de, cemaatine teşmil etmedim. Zira o yıllarda
dahi biliyordum ki suç münferit idi! İrtibatta olduğumuz dört yıl boyunca
gözüme çarpan tek ahlakî firesi de bu oldu zaten.
Benim vakitlice geçtiğim dersleri ertesi senelerde aldığından, artık aynı sınıfta sayılmazdık. Onu daha az görüyordum. Bu
görüşmelerin birinde, esas vazifemiz okumak
demiştim kendisine. Yalnız kendimiz ve ailemiz için değil, vatanımıza ve varsa
-ki onun vardı- cemaatimize ve ümmetimize faydalı olabilmek için de okumamız
gerekiyor.
Mezuniyetten sonra neler yapacağımızı da konuşurduk bazen. Onun bir planı yoktu. Cemaati ona bir görev verecek, o da
yapacaktı. Ne olursa mı? Evet, hem ne olursa, hem nerede olursa. Doğu/Güneydoğu
Anadolu, Afrika, Orta Asya?.. Düşük maaş, istemediği bir görev?.. Ona göre fark
etmezdi. Cemaati iyisini bilir, kendisini mağdur etmezdi. Doktor, öğretmen yada
diğer memurlar da Bakanlığın kendilerini atadığı yere gitmiyorlar mıydı hem? Bu
da aynı şeydi.
Nasıl
aynı şey olur
, dedim; biri devlet,
biri cemaat? Bana göre aynı şey, dedi.
Mezuniyete -daha doğrusu, benim mezuniyetime- sayılı zaman vardı
ki “Yıllardır aynı şeyi istiyorum senden, diye söze başladı. Mezuniyetine çok
az kala, beni kırmayacağını ümit ediyorum. Sızıntı’ya abone olur musun?”
Yenilememek şartıyla, oldum.
FETÖ soruşturmalarının bu tür yayınlara abonelikleri kapsayacak şekilde yürütülmesinin ne çok masumun başını yakacağına
dikkat çekmek için bilhassa anlattım bu anektodu.
Geriye doğru baktığımda görüyorum ki üniversitedeki ilk arkadaşım, okumak veya mezun olmak niyetiyle değil, FETÖ’ye fon ve insan
temin etmek üzere o çevrede dolaşan profesyonel bir öğrenci ve bir şakirtmiş.
1 Mart 2018'de Hürfikirler'de yayınlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder