Kayıtlar

2024 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

etsiz çiğ köftenin tarihi

büyük teyzem, son ikisi hariç hiçbirini hatırlamadığım üç-beş ev değiştirdikten sonra zafer apartmanının en üst katına yerleşmişti. ne kadar geniş ve ferah bir evdi anlatamam. tek kötü yanı beşinci katta bulunmasıydı. bu eve girince insanın gözü, gönlü aydınlanırdı. her köşesini pırıl pırıl tuttuğu bu evin bir ön, bir de arka balkonu vardı. arka balkonu çamaşır asmak ve ufak tefek malzeme koymak için kullanırdı. cadde büyüklüğündeki sokağa bakan ön balkonsa keyif ve seyir yeriydi. bu balkonda ne çaylar kahveler içildi, ne kahvaltılar yapıldı, ne sohbetler edildi. orada hep birlikte geçirilen zamanın tadı hâlâ damağımda. sokaktaki bütün hareketliliği gözleyebildiğinden balkonda oturanın canı hiç sıkılmaz, ilgisini çeken birşey mutlaka çıkardı. bunları ballandıra ballandıra anlatmak da teyzeme düşerdi. ne güzel anlatır, karşısındakini ne güzel dinlerdi. bu kadar görgüyü, bilgiyi, anlatma kudretini nerede biriktirmişti. ilkokul mezunuydu ama en seçkin sofralara iştirak edecek adab-ı ...

ABD’de ve Türkiye’de Seçimler

İki turlu seçimle iki dereceli seçim sık sık birbirine karıştırılır. Siyaset bilimi okuyan yahut çalışanlar ile yılların siyasetçileri ve üst düzey bürokratlar da düşerler bu hataya. Aradaki farkı anlamak için Fransa ve ABD örneklerini gözden geçirmekte fayda var. Fransa’nın da içinde yer aldığı kimi ülkeler her seçim çevresini tek milletvekilinden oluşan bölgelere ayırmış. Literatürde bu uygulamaya ‘dar bölge’ deniyor. Fransa’da vekil seçilebilmek için o bölgedeki geçerli oyların salt çoğunluğunu (yarısının bir fazlasını) almak gerekirken, aynı sistemi benimseyen Büyük Britanya’da en yüksek oyu almak yetiyor. Bu yüzden Büyük Britanya’da milletvekili seçimleri tek turlu. Dar bölge sistemi ise Fransa’da olduğu gibi genellikle iki turlu uygulanıyor. İlk turda salt çoğunluğu sağlayan çıkmazsa en çok oy alan iki adayın yeniden yarışması esasına dayanan dar bölge sisteminin Fransa’daki uygulaması biraz farklı. Şöyle ki herhangi bir seçim bölgesinde salt çoğunluğa ulaşan aday olmazsa %...

Liberal Düşünce Kongresi 2024

Kasım ayının ilk hafta sonu Ürgüp Dinler Otel’de yapılması mutad hale gelen Liberal Düşünce Kongrelerine katılmak için Cuma günü öğleden sonra yola çıkarım genellikle. Amaç, buluşma yerine erkenden avdet ederek dostlarla sohbete daha fazla vakit ayırmak… Uçağın inişe geçtiğinin duyurulmasıyla birlikte telefon görüşmesi yapmaya başlayan zatla girdiğim münakaşayı saymazsak, bu yıl hava karardıktan sonra çıktığım yolculuk sorunsuz geçti. Ürgüp’e götürecek servis, havali-manının önünde beni bekliyordu. Neredeyse her ayrıntının düşünüldüğü, mükemmele yakın bir organizasyonla karşı karşıyaydık yine. Yaklaşık bir saat süren Kayseri-Ürgüp yolu sonunda ulaştığım Dinler Otel’de aynı samimiyet ve güleryüzle karşılandım. Giriş işlemlerini tamamladıktan sonra, lobide sohbet eden bir halka gözüme ilişti. Kıymetli iktisat tarihçimiz, Hür Fikirler yazarı Cihan Güneş’in de yer aldığı bir gruptu bu. Yaklaşıp selam verdim. Kısa bir hasbihalden sonra eşyalarımı bırakmak için izin istedim. Katılı...

Bahçeli'nin feraseti

Bu ülkeye FETÖ mü daha çok zarar verdi, PKK mı? Benim bu soruya cevabım, hiç şüphesiz FETÖ şeklinde... PKK bu ülkeyi bölmeye çalıştı, FETÖ sinsice ele geçirmeye. PKK emellerini gerçekleştirmek için silah kullandı. FETÖ insanların haysiyetine göz dikti. Ruhunu teslim alamadığı insanları yalanla, iftirayla, tehditle, şantajla dize getirmeyi denedi. Netice alamadığı hallerde silah kullanmaktan çekinmedi. Hanefi Avcı, Nedim Şener, Türkân Saylan, Necip Hablemitoğlu, Muhsin Yazıcıoğlu ve Hırant Dink gibi nice isim FETÖ’nün ya gadrine uğradı veya kumpasına kurban gitti. PKK’ya katılanlar ne yaptığını, neye hizmet ettiğini az-çok biliyordu. FETÖ içinde yer alanlar ise -en tepedekileri saymazsak- neye hizmet ettiğinin farkında bile değildi -ta ki 15 Temmuz’a kadar. Bu tarihten sonra FETÖ’ye hâlâ sempati duyanları, irtibatını kesmeyenleri iyi niyetli bulmuyorum. Hain emellerini gerçekleştirmek için dini peçe olarak kullanan FETÖ saye-sinde, öteden beri dindarlara önyargıyla bakan kesimin ...

Davutoğlu

Ak Parti’den kopan kırgınların toplandığı Gelecek ve DEVA Partileri hakkında birşeyler yazmayı ne zamandır düşünüyordum. Abdulkadir Pekel’in Davutoğlu hakkındaki yazısı, çoktandır ertelediğim bu yazı için hoş bir vesile teşkil etti. Hemen belirteyim ki Davutoğlu ve partisiyle ilgili beklentilerim Pekel’inki kadar yüksek değil. Hiçbir zaman da olmadı. Lâkin saygın, ciddi, dürüst ve çalışkan kişiliğini hep teslim ettim. Mamafih, bu durum Davutoğlu’nu tenkide mani değil. Bu yazıda bir zamanlar CHP’lilerin, sonrasında Ak Partililerin yaptığı gibi ifrada düşmemeye çalışacak, somut örnekler üzerinden ilerleyecek ve olabildiğince tarafsız kalacağım. Davutoğlu’nun en çok eleştirildiği konuların başında, Başbakan olduğu dönemde Şehir Üniversitesi’ne tahsis ettiği arazi ve imkânlar geliyor. Bu meselede onu töhmet altında bırakmak isteyenlerin iyi niyetli olmadığını düşünüyorum. Vaktiyle Koç Üniversitesi, Galatasaray Üniversitesi ve Kadir Has Üniversitesi gibi diğer vakıf üniversitelerine de ben...

balıkçı

bugün bahsedeceğim kişiyi o kadar az gördüm ki, saysam iki elin parmaklarını geçmez. gördüğüm vakitler de küçüktüm. yani çok fazla hatıram yok… öyleyse ne anlatacaksın derseniz, daha çok, hakkında duyduklarımı… tilkinin kırk hikâyesi olurmuş, kırkı da tavuklar üstüne derler ya. abdullah amcayla ilgili duyduğum, gördüğüm, hatırladığım ne varsa hemen hepsi balıklarla ilgili. balıktan başka çok az şey konuşur, konuştuğunda da sözü bir şekilde balıklara getirirdi rahmetli. kasabaya bizi ziyarete gelmiş, birkaç gün de kalmıştı. ilk günü ve geceleri saymazsak, kaldığı sürenin tamamını çekerek kıyısında veya karac’ören barajında balık tutarak geçirmişti. balığı tutması veya tutmaması önemli değildi onun için. önemli olan, vaktini balık tutarak veya tutmaya çalışarak geçirmesiydi. yorulunca oltama çıngırağı takar, keyfime bakarım. balık vurunca çıngırak çalar, oltayı elime alırım demişti bir gün. babama da sormuş, siz hiç balığa gitmiyor musunuz diye. babam “gitmiyoruz” deyince, nasıl v...

Sokak köpekleri

Liberal Düşünce Topluluğu’nun 2024-2025 dönemi İstanbul buluşmalarının ilki, geçtiğimiz hafta sonu yapıldı ve bir süredir gündemi işgal eden sokak köpekleri meselesi ele alındı. Panelin ilk konuşmacısı, bu konuyu yazılarında da sık sık işleyen Prof. Dr. Atilla Yayla idi.. İnsanlar ile hayvanların eşdeğer tutulmasını yanlış bulduğunu söyleyen Yayla “hak” kavramının sadece insanlar için kullanılabileceğini, hayvan haklarından bahsedilemeyeceğini belirttikten sonra, sahipsiz köpek sayısındaki artışın insan ve çevre sağlığına olumsuz etkileri üzerinde durdu, milyonlarca köpeğe barınaklarda bakmanın yükleyeceği maliyete dikkat çekti. Panelin ikinci konuşmacısı Dr. Hakan Olgun insan-hayvan ilişkisini felsefî boyutta ele aldığı konuşmasında, insanın hayvana üstünlüğü görüşünün karşısına 1970’li yıllarda “hayvan hakları”ndan söz eden yeni bir tezle çıkan Singer, Regan ve Francione’un görüşlerini özetledi. Panelin son konuşmacısı Doç. Dr. Sibel Doğan’dı. İnsanın duygusal gelişimi üzerinde son d...

ilk eşyalarım

iclal aydın’ı ya sıcak saatler dizisinden hatırlıyorum yada brt’de (eski bir televizyon kanalı) yayınlanan “hayat güzeldir” isimli gündüz kuşağı programından (meşhur ‘hayat güzeldir’ filmi çekilmemişti henüz). o dönem müdavimi olduğum yeni yüzyıl gazetesinin yazar kadrosuna girince, daha sıkı takibe başladım. sadece umutlarından değil, tecrübelerinden de söz ederdi yazılarında. bunlardan birinde almanyadan türkiyeye dönüşünü, iş aradığı sırada yaşadığı sıkıntıları anlatıyordu. perde alacak param bile yoktu da evimin camını gazeteyle kapatıyordum diye yazmıştı. maaşını alınca yaptığı ilk iş, koşup perde almak olmuş acaba ben ne alırdım diye düşünmüştüm o yazıyı okurken. yıllar sonra gurbet ilde kendi evime çıkınca, iclal aydın’ın bu yazısını hatırlayıp gülümsedim. kırk yıl düşünsem aklıma gelmeyecek birşey almıştım çünkü. evi tutmuş, elektriği, suyu ve doğalgazı üstüme geçirmiştim. doğalgazın açılması için memur gelecek, o an evde olmanız lâzım demişlerdi. ne gün geleceğini söy...

Şahsiyet Dizisi ve Narin Cinayeti

Resim
Küçüktüm; fakat şu sahneyi yine de hatırlıyorum: Saçı sakalı birbirine karışmış, berduş kılıklı bir adam (Müşfik Kenter), gecenin bir vakti kendini denize atmak üzere olan bir kadına (Zuhal Olcay) yaklaşıp “Ateşin var mı ateşin?..” diye soruyor. Adam, cebinden çıkardığı çakmakla sigarasını yakan kadına “Madem ateşin var, ne duruyorsun karanlıkta? Hadi koş hayata…” diye sesleniyor. “Gelmiyorum Karacaahmet, boşuna bekleme beni!..” diye bağırarak gözden kayboluyor sonra da. Firuzan’ın aynı isimdeki romanından beyazcama uyarlandığını sonradan öğrendiğim Gecenin Öteki Yüzü adlı diziden, her bölümünün başında tekrar oynatılan bu sahne dışında çok az şey aklımda kalmış. Bunlardan biri de, oyunculuğunu İngiltere’de sürdüren Haluk Bilginer’in sırf bu dizide oynamak için muvakkaten Türkiye’ye döndüğü halde, sette tanıştığı Zuhal Olcay’la evlenip Türkiye’ye yerleşme kararı aldığı. Haluk Bilginer’i ilk bu dizide görmüştüm. Fakat onu takip etmeye, benden başka izleyenine rastlamadığım Gülşen Abi ...

uçuran elma

uzun beyaz sakallarıyla tanıdım bu ihtiyarı. sonradan sakalını kesip kalın, küt bir bıyıkla kalmıştı. neler diyorlardı onun için… vay efendim, yahudiymiş, kötüymüş, tehlikeliymiş, uzak durmalıymışım; bir ton laf… tanıdığım şu kısa süre içinde iyilikten, güleryüzden başka birşey görmemiştim ki ondan... yanılıyor olamazlar mıydı? pekâlâ olabilirlerdi. her geçen gün (yoksa dakika mı demeliyim?) bu ihtimale daha çok inanıyor ve bütün ikazlara rağmen temkinli bir iyimserlik içinde onunla görüşmeye devam ediyordum. ona o derece inanıyor, bilgi ve tecrübesinden öyle istifade ediyordum ki elindeki yeşil elmayı uzatıp “bu elma sana uçma kabiliyeti kazandıracak, ısır ve at kendini aşağı. uçtuğunu göreceksin” dediğinde, filmlerdeki gökdelenleri andıran yüksek bir yapının en tepesinden kendimi aşağı bırakmakta bir an bile tereddüt etmedim. ne var ki uçmuyor, düşüyordum. düşmek ne kelime, çakılıyordum resmen. “hani uçacaktım” diye can havliyle bağırırken, sesimin ona ulaşıp ulaşmadığından ...

Her yönüyle boykot meselesi

Gün geçmiyor ki İsrail, Gazze’yi terörden temizleme kisvesi altında yürüttüğü harekâtı bir parça daha genişletmesin. Bir bakıyorsunuz Lübnan’ı vurmuş, bir bakıyorsunuz Suriye’yi, bir bakıyorsunuz İran’ı ve Yemen’i. İnsanlıktan zerrece nasibini almayan Netanyahu ve hükümeti, züccaciye dükkânına giren fil misali Ortadoğu’nun bütün sinir uçlarına basa basa geziyor. Kırılmadık bardak, ezilmedik çanak kalmadı. Bu pervasızlık sadece Gazze’yi değil, bölge ve dünya barışını da tehdit ediyor. İsrail’in ayyuka çıkan zulmünü koca koca hükümetler ve devlet başkanları seyrededursun, dünyanın her köşesindeki vicdan sahibi insanlardan itirazlar yükselmeye devam ediyor. Kimi sokağa çıkıp pankart açarak, kimi slogan atarak, kimi yazıp çizerek Nemrud’un ateşine su taşıyan karınca misali birşeyler yapmaya çalışıyor. İsyanını ve tepkisini başka şekilde ortaya koymak isteyen daha geniş kitlelerin bulduğu çözümlerden biri de, İsrail’i destekleyen ülke ve firmaların ürünlerini satın almamak, yani tüketici bo...

Organize, küstah ve şamatacı

Sanat, basın ve akademiye sadece ülkemizde değil dünyada da sol hâkim. Solcu olmak aydın olmanın, başarılı ve erdemli olmanın mütemmim cüzü, hatta ön şartı addediliyor. Bu hissiyat öyle yaygın ve benimsenmiş ki solcular, dünyaya kendi zaviyelerinden bakmayanları küçümsüyor, cahiller ve hakikatin sırrına erememiş bîçareler olarak görüyor. Mürekkep yalamış sağcılara veya okuyup da sağcı kalanlara “bu kadar okuyup hâlâ nasıl sağcı olabiliyorsun?” sorusunu yöneltmeyi kendinde hak görenlere göre solcu değilsen ya okumuyor, ya okuduğunu anlamıyor yahut yanlış şeyler okuyorsun!.. Kendisi gibi düşünmeyen insanların aklî melekelerine şüpheyle yaklaşan bu kibir, cahilinden okumuşuna kadar hemen bütün solculara hâkim. Öyle ki, ülkemizin kalburüstü solcularından kabul edilen Tanıl Bora bile ‘Türk Sağının Üç Hali’ni anlattığı kitabında, ‘Türk sağı kendini tasvirden âciz olunca, onu anlatmak biz solculara düştü’ diyebiliyor. Kalburun üstü böyleyse, altını siz düşünün… Entellektüel üstünlüğün solun e...